ഏ മനുഷ്യാ....
Sen kimsin? Seni kim, nasıl ve neden yarattı?
Adına dünya denilen, bu meydana niçin gönderildin? Sen ki, bu kadar özenle yaratılmış; görme, konuşabilme, düşünebilme, duyabilme ve sezebilme gibi yeteneklerle donatılmış, akıllı iyiyi ve kötüyü ayırt ederek, iyiye yönelebilme özelliklerine sahip, iç içe duygular taşıyan bir varlıksın...
Bir düşün ve aynanın önüne otur... Bak ne mükemmel yaratılmışsın. Kendinde bir eksiklik veya fazlalık bulabilecek misin? Sen insan olarak mükemmel bir şekilde yaratılmışsın. Peki, bu mükemmelliği kabul ettikten sonra, bu eseri yaratanı merak etmeyecek misin? Düşün ki bu eser yaratılıp, başıboş bırakılmamış. Hayatının ve neslinin devamı ve refahı için, çeşitli yetenekler verilmiş, her türlü tasarrufu sana bırakılmış, bu meziyetlerini dilediğinde iyi, dilediğinde kötü yolda kullanabilirsin...
Peki, sen bütün bu nimet ve imkanlarla donatıldıktan sonra, kısacık ömrünü, geçici bir takım hevesler uğruna mı harcayacaksın? Unutma ki, bunların hepsi geçicidir. Çok güvendiğin sıhhatini birgün kaybedecek ve öğündüğün servetini yitireceksin. Makam ve rütben elinden alınacak, şöhretin yok olup gidecek, evlat ve âilen seni terkederek, iki metre beyaz kefene bürünüp, yaptığın iyi veya kötü amellerle yaratıcına döneceksin.
Evet bizi yok iken yaratan ve yaşatan!... Düşün bir kere hayata gelmeden önce neredeydik ? Evvelimiz bir damla su değil mi? Yoktuk var edildik. Yaratıldık ve yaşatılıyoruz. Evet yaşatan ve yaratan var. Ben insan olarak beni yaratanı ve yaşatanı tanımalıyım. O'na teşekkür etmeliyim ve ona minnettar olmalıyım. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır diyen bir insan olarak, beni yaratan ve yaşatanı tanımalıyım. Diyeceksin ki tanıyorum... Hayır bir futbolcuyu, bir takımı, bir partiyi, bir artisti tanıdığın kadar onu tanımıyorsun. Öyle değil mi ? Eğer tanıyorum diyorsan, seni yoktan var edeni sıfat ve isimleri ile biliyor musun? Öyle ise, kendine gelmelisin ve düşünmelisin. Nefsini, yani kendini bilmeyen, Rabbini bilemez. Fakat düşünmeye zamanın var mı? Seni öyle meşgul etmişler ki, sabah kalkar işine gidersin, yahut ev işleri yaparsın, akşama kadar çalışırsın akşam televizyonun karşısında zaman öldürür, hafta sonunda da bir meşguliyet bulursun ve hayat böyle geçer, gider...
Şimdiye kadar geçmedi mi? Kaç yaşındasın? Bu kadar hayat nasıl geçti ise, bundan sonra da geçecektir. Ama şunu unutma ki, senin bu meşgul olduğun şeylerden daha önemli bir gâyen olmalıdır.
Bilindiği gibi her şeyin bir gayesi vardır.Bir hayvan, aklı olmadığı halde kendine verilen görevi yapıyor. Öyle değil mi? Bir koyun, artık beni kesmeyin benim etimi yemeyin diyor mu? Hayır! Yalnız koyun değil kainatta her şey sana hizmet veriyor. Eğer aklını kullanıp düşünürsen, görürsün ki güneş senin için doğuyor, gece senin için oluyor, yağmur senin için yağıyor, her şey, her şey... Peki sen... sen niçin varsın? Niye yaşıyorsun, gâyen nedir? Düşün! Ama düşünmek, çok zor bir olay, zor olduğu kadar da önemli...Senin düşünmemen için, neler sarfediliyor bir bilsen. Zaten, seni meşgul etmeseler, seni sömürenler, saltanatlarını sürdürebilirler mi? Hayır, seni düşündürmemeleri, seni oyalamaları gerekir. Seni oyalıyorlar öyle değil mi? Sen geçim sıkıntısını düşünüyorsun. Bu hafta maçlar nasıl olacak, takımım yenecek mi, yenilecek mi? Televizyon karşısında, stadyumlarda meyhanelerde, birahanelerde elbette düşünemezsin. Ama bütün bu tuzaklara rağmen düşünmelisin, kendine gelmelisin. Seni yaratanı tanıyıp O'nun isteği gibi olmalısın.Çünkü bu dünya denilen yere bir daha gelmeyeceksin.Nerede ataların, nerede aramızda daha dün yaşarken bugün ölenler? Nereye gittiler? Sen de öleceksin, onların gittiği yere sen de gideceksin. Bir karış Toprağa yapayalnız sen de gireceksin. Peki niye geldin? Niye yaşıyorsun? Eğer mal, mülk, çalışmak, makam, rütbe, şân ve şöhret sahibi olmak asıl gâye ise, hepsi de dünyada kalıyor. Demek ki bunlar asıl gâye değil... İyi düşün, bu dünyaya gelmek nasıl elinde değil ise, gitmek de elinde değildir. Öyle ise niye yaşıyorsun? Asıl gâyeni bilmelisin. Çünkü, bu dünyaya bir daha gelmeyeceksin. Yaşadığın, kısa bir hayat, ama çok önemli bir hayattır. Bu kısa hayatı yaşarken ya ebedi, sonsuz, mükemmel bir hayatı kazanacaksın ya da ebediyyen yanacaksın. Yanlış duymadın YANACAKSIN!!!
Evet bir sigara ateşine tahammül edemeyen sen zayıf insan, ebedi bir ateşte yanacaksın. O'nun için iyice düşünmelisin.Kendine ve kainata bakmalısın. Her şeyin ne kadar düzenli ve disiplinli olduğunu görecek ve kusur bulamayacaksın. Şu Kur'an âyetlerini kainata bakarak yavaş yavaş oku ve düşün:
"Yedi göğü kat kata yaratan O'dur. O, Rahman'ın yarattığında hiçbir düzensizlik göremezsin.Haydi çevir gözü (semaya) görebilir misin bir çatlak." ( Mülk Sûresi: 3 )
"Göklerde ve yerde (Allah'ın birliğine, O'nun kudret ve azametine delâlet eden) ne kadar alâmet var ki, insanlar üzerlerinden geçerler de bundan ibret almayıp da yüz çevirirler." (Yusuf Sûresi: 105)
"Gece ve gündüzü, güneş ve ayı, sizin hizmetinize sunan O'dur. Bütün yıldızlar da, O'nun emrine bağlıdırlar. Elbette bunların her birinde aklını başına alıp, düşünen bir topluluk için, bir çok alâmetler vardır." (Nahl Sûresi:12)
"Yeryüzünde, muhtelif renklerde yarattığı şeyleri (hayvanlarla bitkileri) sizin hizmetinize sundu. Elbette bunda düşünecek bir topluluk için, bir ibret nişanesi var." (Nahl Sûresi: 13)
" Allah, yeryüzüne sabit dağlar koydu ki sizi çalkalamasın. Bir de nehir ve yollar bıraktı ki, doğru gidesiniz." (Nahl Sûresi: 15)
"Allah, gökten yağmur indirdi de onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat verdi.Bitkileri yeşertti. Şüphesiz ki, bunda ibret kulağı ile dinleyenler için öldükten sonra dirilmeye bir alâmet var." (Nahl Sûresi: 65)
"O insan, hiçbir şey değil iken, bizim kendisini yarattığımızı düşünmez mi?" (Meryem Sûresi: 65)
Evet hiçbir şey değilken bizi yarattı.
"Sonra siz, bunun arkasından öleceksiniz." (Mü'min Sûresi: 15)
Sonra öleceğiz. Var mı çaresi? Kimler öldü gitti. Allah Teâlâ'nın kanunudur bu: "ÖLECEĞİZ"
"Sonra siz, kıyâmet günü, mutlaka yeniden diriltileceksiniz." (Mü'min Sûresi: 16)
"Hiç yaratan, yaratmayana benzer mi? Artık siz düşünmez misiniz?" (Nahl Sûresi: 17)
Evet, yaratan, yaşatan, öldüren, dirilten... Bu kadar mı? Hayır…
"Allah, rızkını keserse, kimdir size rızık verecek olan? Hayır onlar, bir ürküntü azgınlık içinde inat etmeye devam ediyorlar." (Mülk Sûresi: 21)
"De ki: Sizi yaratan, size işiten kulak, gören gözler ve duyan kalpler veren O'dur. Siz pek az şükrediyorsunuz." (Mülk Sûresi: 23)
"(Ey Rasûlüm) de ki: Eğer Allah, bir gün kıyâmete kadar, devamlı olarak geceyi üzerinize bıraksa, Allah'tan başka, size bir aydınlık getirecek ilah kimdir. Hala dinleyip kabul etmeyecek misiniz ?" (Kasas Sûresi: 71)
"(Ey Rasûlüm) de ki: Allah, kıyâmet gününe kadar, devamlı olarak gündüzü üzerinize bırakacak olsa, Allah'tan başka, size içinde dinleneceğiniz bir geceyi getirecek ilah kimdir? Ne dersiniz, hala görmeyecek misiniz? (Kasas Sûresi: 72)
"(Ey Rasûlüm) de ki: Düşündünüz mü hiç? Eğer Allah, işitmenizi ve görmenizi alıverirse onları size, Allah'tan başka geri getirecek kimdir?" (Enam Sûresi: 46)
Evet ey âciz insan! Ah âciz olduğumuzu bir bilebilsek… Âciziz, zayıfız, muhtacız, vücudumuzda görünmeyen bir mikroba yenilecek kadar âciziz. Öyle ise, bizi yaratan, yaşatan, rızık veren, gören göz, işiten kulak veren, her şeyimizle bizi mükemmel yaratan Allah'a muhtacız.
"Ey insanlar! Siz, Allah'a muhtaçsınız, Allah ise, hiçbir şeye muhtaç değildir. Hamîddir. Hamd olunmaya layıktır." (Fâtır Sûresi: 15)
Ben, Allah'a muhtacım. Beni yaratan, yediren, içiren, gösteren, duyuran, sağlık veren, tek kelimeyle yaşatan, öldürecek olan, yarın âhirette diriltecek olan elbette Allah'tır. Herşeyi bahşeden Allah'tır. Benim sevdiğim, izinden gittiğim, hayat prensibini tanıdığım, saydığım, itaat ettiğim başkası olabilir mi? Varsa (ki yoktur) akıllı bir insan olarak O'nu tanımayalım. Peki nasıl O'nu tanımalıyım? Nasıl O'na teşekkür etmeliyim? Malum her şeyin bir ustası, gâyesi, bir de kullanma tarifnamesi vardır. Mesela bir teyp alıyorsunuz, yanında bir de kullanma klavuzu veriyorlar. Tabii olarak siz o klavuza göre cihadınızı kullanıyorsunuz. Çünkü klavuzu, cihazı yapan ve en iyi bilen usta hazırlamıştır. Klavuzu bir kenara itip gelişi güzel kullanmak istesek, cihazımızdan verim alamayız. Verim almak istiyorsak, klavuza uymak zorundayız. Öyle değil mi? Bir cihazın klavuzu olur da, bir cihaza firması, rahat kullanılsın diye ustası kullanma klavuzu koyar da, bu kadar güzel yaratılmış insanın klavuzu olmaz mı?
İnsani en güzel biçimde yaratan, yarattıklarına karşı çok merhametli olan (öyle değil mi? Doğuyoruz, doğar doğmaz iki tane süt çeşmesi, tertemiz, evet diğer zamanlarda süt olmayan çeşmeden bizi rızıklandıran Rabbimiz) bizi yaratır da, bize klavuz göndermez mi? Elbette gönderir ve göndermiştir de...
KUR'AN ve PEYGAMBER!!!
Evet insanın klavuzu, KURBAN ve PEYGAMBER'dir...
Bu dünyaya niye geldik? Bizi kim yarattı? Neden yarattı? Nasıl yaşayacağız? İnsanlarla nasıl ilişki kuracağız? Bizim için neler faydalıdır? Bizim için neler zararlıdır? Neleri yiyeceğiz, neleri yemeyeceğiz? İnsanlarla anlaşamazsak, nasıl hüküm vereceğiz? Yani "a" dan "z" ye kadar insanların hayatı ile ilgili tüm bilgileri içeren, insanın nasıl hareket etmesini gösteren klavuz, KUR'AN ve PEYGAMBER'dir... Demek insanın bile o klavuza uyması gerekir. Uymazsa ne olur? İnsan kendi ömründen ve hayatından verim alamaz. İnsan bu dünyadan tatmin alamadan gider.Dünyası perişan, âhireti ise ateş olur.Bugün gördüğünüz gibi insanlık huzursuzdur, kurtuluş aramaktadır.Bir sosyalizme, bir komünizme, bir kapitalizme, bir kemâlizme, bir demokrasiye sarılmaktadır, ama bunlar kaç kişiyi mutlu edebilmektedir? Günümüzde sosyalist ülkelerin hali malum... Evet insan kendisini yaratanın klavuzu olan, KUR'AN ve PEYGAMBER'e dönmedikçe, yaratanın istediği şekilde yaşamadıkça, ilahi nizama dönmedikçe, bu dünyada mutlu olamaz…. Olması da mümkün değildir....
Kur'an-ı Kerîm'i, insanı yaratan göndermiştir.Yaratan onu bilmez mi? Elbette bilir. Kur'an, insanlığın hayat projesi, kurtuluş reçetesi, ölülerin değil, dirilerin kitabıdır. İnsanları zulümden kurtararak huzurlu bir hayat yaşatacak olan Allah Teâlâ tarafından gönderilmiş bir nizamdır.
Bir hayat nizamıdır...Yoksa sadece Allah Teâlâ ile aramızda bir vicdan ve âhiret işi değildir. Önce bizi yoktan var eden Allah Teâlâ'yı, O'nun kitabı Kur'an-ı Kerîm'den kısaca tanıyalım. Nasıl bir Allah'a inandığımızı bilelim ki inanmak bir şey ifâde etsin. Allah Teâlâ vardır. O olmasaydı, hiçbir şey olmazdı. Varlığının başlangıcı ve sonu yoktur.Sonradan var olmuş hiçbir şeye benzemez. O'nun varlığı kendindendir. Asla başkasından değildir.Bütün sıfatlarında tekdir. Eşi ve benzeri yoktur. Herşeyi bilen, herşeye gücü yeten, dilediğini yapan, gören, işiten kendine has hal ile konuşan, (ki Kur'an-ı Kerîm) onun kelâmıdır, herşeyi var eden, her şeyi dilediğinde yok eden, yaratan, dünyada herkese acıyan, âhirette yalnız îmân edenlere acıyandır.Kainatın mutlak ve gerçek sahibi, her türlü noksanlıktan uzak, her çeşit hadiselerden selâmette olan, yarattıklarını selâmete çıkartan, doğmayan, doğrulmayan, kendine sığınanlara emniyet veren, bütün varlıkları gözetip koruyan, hakiki ve mutlak kuvvet ve üstünlük sahibi, emir ve fermanına karşı konulamayan, dilediğine zorla yaptırmaya muktedir olan, büyüklükte eşi olmayan, mağfiret eden, bağışlayan, çeşit çeşit nimetleri karşılıksız ihsan eden, rızıklandıran, dilediğine rızkı daraltan, dilediğine rızkı açan, alçaltan, yükselten, izzet veren, hamd ve senâya, övünmeye layık olan, ilmi ile herşeyin sayısını bilen, ölümden sonra dirilten, kendi zatınd,a sıfatlarında, isimlerinde, kanunlarında, hükümlerinde, ortağı ve benzeri olmayan Allah Teâlâ'nın ta kendisidir.O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Herşey, O'na muhtaçtır. Alâmetleri ile varlığı âşikar olan, varlığıyla görünmeyen, kainatı tek başına idâre eden, istediğini istediği zaman toplayan, insanları kıyâmet günü hesap için toplayan, çok sabırlı, mutlak sahibimiz, esirgeyen ve bağışlayandır.Merhameti çok, azabı da çetin olan, Allah Teâlâ'dır.
GAYEMİZ
Şimdi de Rabbimiz olan Allah Teâlâ'nın bizi niçin yarattığını Kur'an-ı Kerîm'den dinleyelim:
"Ben, cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zâriyât Sûresi: 56)
"Ben, onlardan bir rızık, ne de beni doyurmalarını istiyorum. Doğrusu, rızkı veren, O çok şiddetli kuvvet sahibi Allah'tır" (Zâriyât Sûresi: 57-58)
"Amel bakımından hanginiz daha güzeldir diye, sizi imtihan etmek için, hem ölümü, hem hayatı yaratan, O'dur. O güçlüdür, herşeye üstündür, çok affedicidir, çok bağışlayandır." (Mülk Sûresi: 2)
"(Ey Rasûlüm! Kâfirlere) de ki: Sizin ibâdetiniz olmasa, Rabbim sizi ne diye değer versin? (Ey inkârcılar! Siz Rasûlün bildirdiklerini) yalanladınız, onun için azap yakanızı bırakmayacaktır!" (Furkan Sûresi: 77)
"(Ey Rasûlüm!) Şüphesiz ki sen, tarafımızdan kullarımıza elçi olarak gönderilen peygamberlerdensin.Doğru bir yol üzeresin. Kur'an, Aziz ve Rahim olan Allah'ın indirdiği bir kitaptır." (Yasin Sûresı: 3-5)
Demek ki, Rabbimiz bizi, ibâdet etmemiz için yaratmış, bizden rızık istemiyor ve bize gerçek yolu, Kur'an ve Peygamber ıle göstermiştir.Bize, Kur'an ve Peygamberi anlayacak akıl vermiştir. Akıllı değilsek zaten sorumlu değiliz.Yaratılış gâyesini ve nasıl yaşayacağını tesbit etme gücü, aklın kendisinde olsaydı, her şeyi bilen Allah kitap ve Peygamber göndermezdi. Mesela, gözlerimiz var ama ışık olmadan çıplak gözle görebiliyor muyuz? Hayır. Bir güneşe, bir aydınlatıcıya ihtiyaç var, zifiri karanlıkta gözlerini al cebine koy, bir işe yaramaz. Aynen böyle aklın da, Kitap ve Peygambere ihtiyacı var. Onun için, her şeyin sahibi, acıyan, yarattıklarına karşı çok merhametli Rabbimiz, bu dünyaya gelişimizi ve nasıl yaşayacağımızı öğrenmek için ne gerekli ise Kur'an ve Peygamber vasıtasıyla bildirmiştir.Onun için ne kadar şükretsek azdır. Gâyemiz ibâdet idi. Evet şu kısa hayatta tek amaç, Allah'a ibâdet etmektir. İbâdet deyince aklımıza, hemen namaz, oruç, hac geliyor…Bunlar için de daha genciz. Emekli olmadık ki... Evet, bu yanlış bir ibâdet anlayışıdır.
İBÂDET: Kulluk, tâbi olmak, itaat etmek, boyun eğmek, tevâzu göstermek, daha açık bir ifade ile KİŞİNİN BİR KİMSEYE, ONA İSYAN ETMEDEN, ONDAN YÜZ ÇEVİRMEDEN, MUKAVEMET GÖSTERMEDEN, İTAAT ETMESİ VE BOYUN EĞMESİDİR.
Evet kişinin yüksek ve gâlebe sahibi birisine karşı, baş eğmesi, itaat etmesi sonra kendi hürriyet ve bağımsızlığından feragat etmesi, onun karşısında her türlü itiraz ve isyanı terk etmesi ve tam bir bağlılıkla ona boyun eğmesi, işte bu kulluk ve ibadetin ta kendisidir.
Demek ki, ibâdet budur... İtaat, boyun eğme, ama sırf namaz ve oruçla değil, hayatın her bölümünde itaat ve boyun eğme, hem de karşı gelmeden, itiraz etmeden. Tüm sosyal hayatımızda, evlenmemizde, boşanmamızda, ticaretimizde, mirasımızda, iktisadımızda, hukukumuzda, kanunlarımızda, cezalarımızda. Evet hayatın her safhasında Allah'ın istediği gibi yaşıyorsak, ibâdet etmiş oluruz. Yoksa, sadece Cuma'ya veya hacca gidip de ardından başörtüsüne karşı gelirsek, yalnız Allah'a ibâdet etmiş olmayız. Yahut câmilerde ve mezarlarda, Allah'ın istediği şekilde hareket edip, dünya ile ilgili işlerde, Allah'dan başkasının istediği gibi hareket edersek, yalnız Allah'a ibâdet etmiş olmayız. Kendimizi aldatmayalım. İslâm dîninin sahibi olan Allah, herşeyi bilen Allah, devlet işinden anlamaz olur mu? Anlar. Ama biz, lâik bir devletiz, yani din, devlet işine karışamaz, yani Allah karışamaz diyoruz. Hayır, Allah devlet işinden anlamaz olur mu? Anlamaz diyen kimse de, müslüman olur mu? Kendimizi ve milleti aldatmayalım, müslamansanız, her konuda Allah'a itaat etmelisiniz. Evet insan, inanç, ibâdet ve sosyal hayatında kime uyuyorsa ve böylece kimin ilkelerine boyun eğiyorsa, onun kuludur. İnsan olarak yaratılış itibarı ile, mutlaka birine bağlı olacaksın. Ya maddenin kulu, ya kadının kulu, ya rütbenin, ya makamın kulu, ya da kulların kulu... Evet mutlaka birine kulsun! Peki, niye seni yaratan, yoktan var eden, bu kadar nimetleri veren, yarın huzuruna çıkıp hesap vereceğin Allah'a kul olmuyorsun.
Demek ki insan olarak bizi Allah yarattı. Bizi en iyi bilen, bizi çok seven, bize karşı çok merhametli olan Allah, bu dünyada nasıl yaşayacağız, insanlarla nasıl ilişki kuracağız, iktisadi, içtimai, hukuki, sosyal hayatımızı nasıl düzenleyeceğimizi, tüm hayat kanunlarımız nasıl olacak, her şeyi ile bu dünyada nasıl yaşayacağımızı bize Kur'an-ı Kerîm'de bildirmiştir...
Günümzüde arabamızda asılı durursa kaza yapmayız, evde asılı durursa eve hırsız girmez, ticarethanede asılı durursa kazancımız bol olur, ölünce mezar başında okunsun, kim daha güzel okuyor diyerek yarışmalar düzenlensin, hocaların ekmek teknesi olsun, okusunlar geçimlerini temin etsinler şeklinde Kur'an-ı Kerîm'i anlamışız. Farkında iseniz, genel olarak dünyada bugün Kur'an sadece okunan bir kitap haline gelmiştir, yaşanan kitap değil... İyi müslüman olduklarını iddia eden, politika için hacca gitmekle, bazen de namazda görünmekle müslümanız diyen idâreciler, Kur'an-ı Kerîm'in okunmasına müsaade etmişler, fakat hayat nizamı olmasına müsaade etmemişlerdir. Mesela, sözde müslüman ülkelerde Kur'an kursları, Kur'an-ı Kerîm öğretmektedir. Camiler de açıktır. Üstelik bu hocaların maaşını da devlet ödemektedir. Fakat, Kur'an-ı Kerîm'i hayat nizamı olarak yaşamak yasaktır. Hem İslâm sırf bunlar değil ki, hayatın her safhasında Allah'ın istediği kurallara uyulacak. Ama nerede uyuyorlar ki? Okulda, eğitimde, mecliste, sosyal hayatta, hatta camide Allah'ın dediği oluyor mu? Sadece devletin vermiş olduğu ücret karşılığında dine hizmet etmeyi düşünen zavallı hocalar, araba olmayan köyde trafik haftası, orman olmayan şehirde orman haftası, tıptan nasibi olmadığı halde sağlık haftası hakkında vaaz veren ve sadece devletin istediği için bunları ücret karşılığında söylerler. Kendine gel ey Müslüman! Ya müslümanım deme, ya da gerçek müslüman ol. Kendimizi aldatmayalım. Önce inancımızı, sonra yaşantımızı kontrol edelim. Bilindiği gibi, Allah'a döneceğiz.Onun için inancımız ve yaşantımız, Allah'ın istediği gibi olmalıdır.Toplum bizi müslüman kabul edebilir. Nüfus cüzdanımızda müslüman yazabilir, cenaze namazımız kılınabilir, müslüman mezarlığına gömülebiliriz,bütün bunlara rağmen Allah Teâlâ'nın istediği gibi îmânm etmememiş ve yaşamamış isek, tüm saydıklarımız hiçbir şey ifâde etmez ve bizi kurtarmaya yetmez. Bak kardeşim, ben şoförüm desem, ehliyetim de olsa, arabayı kullanmasını beceremezsem şoför olur muyum? Olmam öyle değil mi? Peki neye ve nasıl inandığımı bilmezsem ve hayatımda uygulamazsam, hatta İslâm'a zıt yaşarsam, bir futbol takımı ile ilgilendiğim kadar dînimle ilgilenmezsem, kelime-i şehâdeti doğru dürüst getirip, manasını bilmezsem, ona göre hareket etmesem, Rabbimi sıfatlarıyla tanımazsam, ardından da kalbim temiz desem, müslüman olur muyum? Elbette olamam. Kendimizi aldatmayalım. Ölüm gelip de, eyvah demeden kendimize gelelim. Kendimizi kontrol edelim. Ölçelim, zarar etmeyiz ama neyle ölçeceğiz.
Müslümanm ölçüsü KUR'AN ve SÜNNET'tir. Yoksa toplum, devlet ve üç kuruş maaşa tamah edip, dünya için âhireti satan hocalar değil. Evet istesek de istemesek de, Allah'a döneceğiz. Hem de malı, mülkü, makamı, rütbemizi bırakıp, Allah'a hesap vereceğiz. Kendimizi Allah'a hazırlayalım.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
"İnsanlar, îmân ettik demeleriyle bırakılıp imtihana çekilivermeyeceklerini mi sandılar. (Ankebut Sûresi: 2)
"Îmân ettik" demekle iş bitmiyor, imtihanı başarmak gerekir. Basit dünyevi imtihanlar bile kolay kazanılmazken, ebedi hayat imtihanı kolay olur mu? Kendini aldatma müslüman.
"Andolsun ki biz, her ümmete Allah'a ibâdet edin ve tağuta tapmaktan kaçının diye tebliğ etmesi için bir peygamber göndermişizdir." (Nahl Sûresi: 36)
Allah'a ibâdetin itaat ve boyun eğme olduğunu ama, hayatın her safhasında olduğunu öğrendik, bunu anladık. Peki tâğut nedir ki ona tapmaktan kaçınalım? Sırf îmân etmekle iş bitmiyor, inkar etmemiz de gerekiyor. Neyi inkar edeceğiz? TAĞUT'u. Tâğut, tuğyan kelimesinden gelmektedir. Haddi aşan manasına gelmektedir. Hangi sınırı aşan? Kur'an ve Sünnet sınırını aşan demektir. Yani Allah'ın hükümlerine uymayan her fikir, her şahıs, her devlet, her sistem ve her ideoloji tâğuttur. Âyette bunlara yani tâğuta itaatten kaçınmamız, hatta tâğutu inkâr etmeden müslüman olamayacağımız bildiriliyor.
"Kim tağutu inkâr edip Allah'a îmân ederse, muhakkak ki o kopmayan bir kulpa tutunmuştur. Allah işiten ve bilendir." (Bakara Sûresi: 256)
Demek ki, Allah Teâlâ tâğuta itaat etmememizi, yalnız kendisine itaat etmemizi istiyor. Doğru değil mi, hakkı değil mi? O Allah, itaat edilmeye layık değil mi? Yaratan, yaşatan, hayat veren, bu kadar nimetleri veren. Buna sadece sen lâyıksın Allah'ım. Sen itaat edilmeye, övülmeye, kanunlarına uyulmaya lâyıksın.
ALLAH TEÂLÂ KÂFİRLERİN ORTAK KOŞTUKLARI ŞEYLERDEN MÜNEZZEHTİR
Evet... İslâm ve müslüman budur. İşine gelmiyorsa inanmazsın. Çünkü dînde zorlama yoktur. Ama müslümanım diyorsan böyle inanmak zorundasın. Allah'ın bizim ibâdetimize ihtiyacı yoktur. Bizim ona ihtiyacımız vardır. Eğer Allah'ın istediği gibi olursak hem dünyamız, hem de âhiretimiz rahat olur. Rabbimiz Allah Teâlâ, inandıklarını söyleyen fakat indirdiği hükümlere göre hareket etmeyenlere ne diyor:
"Şunları görmüyor musun? Kendilerinin sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını sanıyorlar da, hakem olarak tâğuta baş vurmak istiyorlar.Oysa kendilerine onu inkâr etmeleri emredilmişti.Şeytan da onları iyice saptırmak istiyor." (Nisâ Sûresi: 60)
Evet kardeşim! Rabbim bizi şeytanın saptırdığı kişilerden eylemesin ve kendilerini inandık sanıp, işlerinin çözümü için tâğuta, yani kanun koyucu, hüküm koyucu olarak Allah'tan başkalarını tanıyanlardan etmesin.Evet, inandım demen, hatta birtakım ibâdetler yapman, meseleyi halletmiyor.Hayatının her safhasında Allah'ın dînini uygulaman gerekir. Bunlar Allah'ın âyetleridir. Tefsir kitaplarından araştır, oku. Dînimizin ilk emri okumaktır.Artık spor haberlerine kulak verdiğin kadar, Allah'ın haberlerine kulak yer. Başımıza gelenler hep bilmediğimizden olmuştur.Fırsat elimizde iken öğrenmemiz gerekir.Çünkü şu an yaşıyoruz, yarın yaşamayabiliriz.
"Hayır, Rabbin hakkı için, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde, seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı, içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça inanmış olmazlar." (Nisâ Sûresi: 65)
İnanmış olmak için, Allah'ın kanunlarına, hükümlerine uymak, yani hayata tatbik etmek gerekiyor, hem de içimizde hiçbir burukluk duymadan.Hey gidi yirminci asrın müslümanı! Bırak tatbik etmeyi, "Efendim o Kur'an, bin dörtyüz sene önce geldi, o zaman geçerli idi" diyor. Hayır, hayır! Böyle îmân edemezsin.Ancak, kâfir olur cehenneme gidersin. O Kur'an, her şeyi bilen, bilgisi herşeyi kuşatan, kâinatı ve kâinattaki herşeyi yoktan yaratan, hâkimiyet yetkisi kendisinde olan, Allah'ın kitabıdır. O, dün olduğu gibi bugün de insanları bataklıktan kurtaracak, insanları idâre edecek kanunlara sahiptir. İslâm bir hayat sistemidir.Bir nizamdır, tüm insanlığa gönderilmiş ilahi bir nizam, tamamen ilâhidir.Onda insan ürünü hiçbir şey yoktur. Zaten âciz olan insan ürünü, sistemlerin zulmü altında insanlık inlemiyor mu? Kurtuluş Allah'ın nizamındadır. Dünya ve âhiret saadetine götüren başka bir kurtuluş yolu yoktur.
"Hüküm ve hakimiyet yalnız Allah'ındır.O, yalnız kendisine tâbi olmamızı emretmiştir. İşte doğru dîn budur. Ama insanların çoğu bilmezler." (Yusuf Sûresi: 40)
Evet bu mülk kimin ise, bu insanları kim yaratmışsa ve yaşatıyorsa ve insanları en iyi kim biliyorsa, hâkimiyet onundur, o da Allah'tır. Müslüman kendine gelmelisin. Rabbin olan Allah'ı iyi tanımalısın. Sakın ona ortak koşma. O'nun olması gereken Rububiyet ve Uluhiyet sıfatlarını başkasına verme, yoksa Allah'a ortak koşmuş olursun. Allah Teâlâ şirki kesinlikle affetmez, sonra ebedi hayatın gider. Eyvah dersin faydası olmaz.
"Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz, bundan başkasını dilerse bağışlar. Her kim, Allah'a şirk koşarsa, Allah'a büyük iftirada bulunmuş olur." (Nisâ Sûresi: 48)