এক মুসলমান কর্তৃক অপর মুসলমানের জন্য দুআ করা ওয়াজেব
Rasûllerden dua ve şefaat talep edilmesi gibi...
Nasıl Ashab-ı kiram Resûlüllah'dan (s.a.v) yağmur yağması için dua ve şefaat istemişlerdir. Resûlüllah'dan sonra, Hazreti Ömer (r.a.)ve müslümanlar Resûlüllah'ın amcası Abbas'dan da aynı böyle yağmur duası yapmasını talep etmiş istemişlerdir.
İnsanlar kıyamet gününde, Rasulullah'dan (s.a.v.) ve diğer nebilerden şefaat (talep edecek) isteyeceklerdir. Allah (c.c)'ın Rasulü (s.a.v) şefaat edicilerin efendisidir. Onun kendisine mahsus şefaatları vardır.
Bununla birlikte, Sahihi Müslim ve Buhari'de Resûlüllah'ın şöyle bir buyuruğu yer almıştır:
"Ezan okuyan bir müezzinin ezanını duyduğunuz zaman, siz de müezzinle birlikte dediklerini tekrarlayın. Sonra da üzerime salât okuyun. Kim bana bir salât okursa, Allan ona on rahmet gönderir. Sonra Allah'tan benim için vesile isteyin. Vesile cennette bir mertebedir. Allah'ın kullarından bir kula nasib olacaktır. Ümit ediyorum ki ben o kul olayım. Kim Allah'tan benim için bir vesile isterse, kıyamette şefaatim ona helal olur" (Buhari, Ezan: 8; Müslim, Salat: 11; Ebu Davud, Salat: 36)
Ömer (r.a.) Umre haccı yapmak üzere Resûlüllah ile vedalaşırken, Resûlüllah (s.a.v) ona şöyle söylemişti:
"Ey kardeşim, beni de duadan unutma!" (Ebu Davud, Vitir: 23; Tirmizi, Deavat: 199; İbn Mace, Menasik: 5)
Anlaşılıyor ki, Allah'ın Rasûlü (s.a.v) ümmetinden kendisi için dua etmesini istemiştir.
Fakat bu istek, ümmetin istediği biçimde bir istek değildir. Bu, ümmetin amel ettiklerinde ve sevap kazandıkları diğer emirlerde olduğu gibi, ümmetine vermiş olduğu emirlerden bir emirdir. Allah'ın Rasulüne de, emirleri ile hareket eden ümmetinin kazandığı ecir kadar sevap ve mükafat ihsan buyrulur.
Bu hususda bir sahih hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:
"Bir kimse diğerlerini bir hidayete çağırsa, davetine uyan kimselerin sevabı kadar sevap kazanır. Davete icabet edenlerin ecirlerinden de zerre kadar eksilmez. Bir kimse bir başka kimseyi sapıklığa davet etse, aynı sapıklığa davet ettiği kişinin günahı kadar günah kazanmış olur. Davete icabet eden kişinin günahından da zerre kadar eksilmez" (Müslim, İlm: 16; Ebu Davud, Sünnet: 6; Tirmizi, İlm: 15)
Allah'ın Rasûlü (s.a.v) de insanları doğru yola, yani hidayete çağırmaktadır. Elbette ki davetine uyanların kazandığı sevap ve mükafatlar kadar mükafat ve sevap kazanmıştır Allah'ın Rasûlü (s.a.v)...
Ümmeti Resûlüllah'a (s.a.v) salât-u selâm eylediği zaman da durum böyledir. Bir salât-u selâm (edene) gönderene Allah on rahmet eder. Allah'ın Rasulü'ne de bu salât-u selâm getirenlerin (gönderenlerin) sevabı kadar sevap yazılır, mükafat ihsan edilir. Çünkü, ümmetin Allah'ın rahmetine ulaşması için gerekli çalışmayı o yapmıştır. Bir başka deyimle, ümmeti onun çalışmaları sonucu ulaştıkları İslamdan dolayı mükafatına ve ihsanına layık bulmuştur. Böyle olunca da ümmetinin hakettiği mükafatın aynısı Allah'ın Rasulü'ne de verilmektedir. Bu, Yüce Allah'ın Rasulü'ne layık gördüğü bir nimetidir.
Sahih bir hadiste Allah'ın Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Bir insan yanında olmayan bir kardeşine hayırlı bir dua ederse, Cenab-ı Hak ona muhakkak bir melek tayin eder ve yanına arkadaş olarak koyar ki, her dua edişte o görevli melek "Amin, bir o kadar da senin için" der" (Müslim, Zikr: 87)
Başka bir hadisde de şöyle buyurulmuştur:
"En çok kabul edilen dua, birbirinden uzak olan kişilerin birbirlerine ettiği duadır" (Buhari, Mezalim: 9; Müslim, Zikr: 88 Ebu Davud, Salat: 364; Tirmizi, Birr: 88)
Her ne kadar dua eden kişi dua edilen kişi değilse de, başkası için yapılan dua, hem hakkında dua edilen kişiye, hem de dua eden kişiye de menfaat temin eder.
Bir mü'minin diğer mü'min kardeşi için yaptığı hayırlı dua, hem ona hem de kendisine fayda verir.
Bir kimse diğer bir kimseye "bana dua et" dese ve bununla ikisinin de menfaatlanmasını kasteylese, takva ve iyilik üzerine birbirleriyle yardımlaşmış olurlar.
Duayı isteyen diğerini uyarmış ve ikisine de fayda verecek bir hayra önayak olmuştur. Dua etmesi istenen kişi de, o ikisine de menfaat sağlayacak fiili yapmıştır.
Bu, bir kimse başkasına iyilik ve takva ile emrettiği zaman emre uyan fiiline karşılık sevap alır, emreden de, yukarıda izah edildiği gibi hayra çağırdığı için emrine uyanın ecri kadar mükâfat kazanır.
Bilhassa, kulun emrolunduğu dualarda, Cenab-ı Hakk şöyle buyurur:
"Öyleyse, (fırsat elde iken) şu: "Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur" hakikatini bil, hem kendinin ve hem erkek hem de kadın mü'minlerin günahının bağışlanmasını iste. Allah hem dolaştığınız, hem de barındığınız yeri çok iyi bilir" (Muhammed: 47/19)
(AllahTeâla) Rasulüne mü'minler için istiğfar eylemesini emrediyor ve sonra buyuruyor:
"Biz hiçbir peygamberi, Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir hikmetle göndermedik. Onlar kendilerine zulmettikleri vakit sana gelip de Allah'tan mağfiret dikselerdi onlara (sen) peygamber de mağfiret isteseydi(n) elbette Allah'ı tevbeleri hakkıyla kabul edici, çok esirgeyici bulacaklardı" (Nisa: 4/64)
Yüce Allah erkek ve kadın mü'minlerin günahları için af dilediklerini ve Allah'ın Rasûlü'nün de onlar için istiğfar eylediğini zikrediyor. Çünkü Allah Rasûlü'nün istiğfarı Allah'ın emirlerinden bir emirdir. Yüce Allah, Rasûlüne, mü'min erkekler ve mü'min kadınların günahlarının affı için af dilemesini ve bizzat istiğfar eylemesini emretmiştir.
Allah hiçbir (mahlûka) insana diğer bir (mahlûk) insan için bir şey istemesini emretmemiştir. Allah'ın böyle bir emri yok. Fakat mü'minlerin birbirlerine dua etmesini vacib veya müstehab olarak emretmiştir.
Öyleyse böyle bir emri yerine getirmek Allah'a ibadet ve itaat etmenin ta kendisidir. Bu Allah'a bir yakınlık sebebi ve failine salâh ve hasenedir (güzel bir iştir).
Bir başkasına dua etmek, onun için iyilik istemek, insan için en büyük nimet ve iman göstergesidir.
Belki de böylesi bir isteyiş Allah'ın kullarını gerçek anlamda, hakiki imana götürecek olan nimetini ihsan buyuracağı zamana rastlar ve Allah da vakti denk gelen isteği yerine getirir.
İman; tasdik, ikrar (karar (söz) vermek) ve ameldir. (verilen (sözü) kararı yerine getirmek için çalışmaktır).
Bu bakımdan kulun itaat ve hasenatı, hayırlı amelleri ne kadar artarsa imanı da o o derece artmış olur.
İşte bu, Fatiha süresindeki:
"Kendilerine nimet ihsan ettiklerimizin yoluna" ibaresinde ve Nisa suresinin 96. ayetinde zikredilen:
"hakiki nimetin" ta kendisidir.