ระดับขั้นของมนุษย์
Yüce Allah sabık ve muktesid kullarını mealen şöyle anmaktadır:
“Sonra bu kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras bıraktık Onların kimi kendi nefsine zulmeder, kimi ise muktesiddir. Kimi de Allah'ın izniyle iyilik / hayır yapmada öne geçer. İşte bu büyük bir üstünlüktür. Bunlar “Adn.” cennetine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Oradaki giydikleri de ipektir. Derler ki: Bizden üzüntüyü gideren Allah'a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz gafurdur ve şükrün karşılığını katbe kat verendir. O, bizi lutfuyla ebedi kalıcı olan cennete yerleştirdi. Orada bize ne bir yorgunluk ve ne de bir halsizlik var.” (Fatır: 32)
Ayette belirtilen üç zümre de Hz. Muhammed'in ümmetidir. Çünkü, gelmiş geçmiş ümmetlerden sonra, kitaba, ancak Muhammed ümmeti varis olmuştur. Fakat bu varis kılınma keyfiyeti sadece Kur'anı hıfzedenlere ait değildir. Kur'ana iman eden her Müslüman bu zümrenin içindedir.
Bunlar da;
1 - Nefsine zulmeden / zalim
2 - Muktesid ve
3 - (Sabikun bil-hayrat) hayırlı işlerde önde bulunmaya çalışan, olmak üzere üç kısma / dereceye ayrılır.
Vakıa, Mutaffifin ve İnfitar surelerinde bahsi geçenler böyle değildirler. Geçmiş bütün ümmetler, mümini de kafiri de içinde olmak üzere, onlara dahildir. Fatır süresindeki ifadeler ise sadece Muhammed ümmetine aittir.
- Nefsine zulmeden demek; günahları işleyen ve işlemekte de devam edendir.
- Muktesid ise; farzları yerine getiren, yasaklardan sakınandır.
- Sabikun bil-hayrat da; farzlarla birlikte nafileleri yerine getirendir.
(1 - Kendisine zulmeden; (emredilen şeyi terketmek veya yasaklanan şeyi işlemek suretiyle itaatsizlik yapandır.)
2 - Muktasıd; Vacipleri (farz emirleri) yerine getiren ve haramları terkedendir.
3 - Hayırlarda önde olan / sabık ise; gücü yettiği kadar vacip (farz emirler) ve müstehap amelleri işleyen, haram ve mekruh şeyleri terkedendir. bkz. İbni Teymiyye Kalb Amelleri)
Kur'an da buna şöyle işaret ediliyor:
“Rabbinizin mağfiretine ve muttakiler için hazırlanmış, eni gökler ve yer kadar olan cennete koşun!
Onlar; bollukta ve darlıkta infak ederler. Öfkelerini yenerler. İnsanları affederler. Şüphesiz ki muhsinleri sever.
O kimseler bir fahşa yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı zikrederek günahları için bağışlanma dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayacak kim vardır? Onlar yaptıkları (kötü) işlerde bile bile ısrar etmezler.
İşte onların mükafatları; rableri tarafından bağışlanmak ve içinde sonsuza kadar kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. Böyle amel işleyenlerin mükafatı ne güzeldir!
Sizden önce pek çok hadiseler olup bitmiştir. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların akıbetlerinin ne olduğunu görün.” (Ali İmran: 133-137)
“Yukarıda da görülüyor ki, ayette geçmekte olan:
Muktesid; farzları yerine getiren, haramlardan sakınan müminlerdir.
Sabikun bil-Hayrat ise; farzlarla birlikte, nafileleri de yerine getiren mümindir.
Ayette geçmekte olan “Bunlar Adn cennetine girerler” mealindeki ayet ise;
Tevhide bağlı, sünnete göre yaşayan hiçbir kimsenin cehennemde ebediyen kalmayacağına işaret etmektedir.
Büyük günah işleyenlerin çoğunun cehenneme girmesi ise, cehennemden çıkacakları hakkında olduğu gibi, Resulden gelmekte olan tevatür hadislerle sabittir. Allah'ın Resulünden bize kadar gelen şu hadislerinde olduğu gibi:
“Peygamberin şefaati büyük günahlar işlemiş olanlar içindir. Cehennemden çıkarılanlar yine onun şefaatıyla çıkacaktır.”
Büyük günah işleyenlerin, ebediyen cehennemde kalacaklarını, mutezilenin teviline benzer tevillerle, ayetleri tevil ederek, sabıkların cehenneme gireceklerini, muktesidlerin ve nefsine zulmedenlerin cehenneme girmeyeceklerini iddia edenlerin bu sözleri, büyük günah işleyenlerin cehennemde ebediyen kalacaklarını ifade etmez. Aksine, bu gibi sözler, hepsinin azabsız cennete gireceklerini iddia eden mürcie tayfasının iddiasına cevabdır.
Fakat her iki iddia da Allah'ın Resulünden gelen tevatürlere ve selefin içtihadına uymamaktadır. Bu iki iddiayı yapanların saçtıkları fesada şu iki ayet açıkça cevap vermektedir:
“Şüphe yok ki, Allah, kendisine eş ve ortak koşanları yarlıgamaz / bağışlamaz, ondan başkasını dilediği kimse için bağışlar.” (Nisa, 4/48, 116)
Yüce Allah, zikrettiğimiz ayetlerde, eş ve ortak koşma dışında kalan günahları dilediği kimse için bağışlayacağını bildirmiştir. Bu bağışlamadan, Mutezile'den bazılarının iddia ettiği gibi, tevbe edeni kast etmek caiz olmaz. Çünkü Yüce Allah, şirkten ötürü tevbe edeni de, ondan başka günahlardan ötürü tevbe edeni de bağışlar / yarlıgar. Bunun meşietle bir ilgisi bulunmamaktadır. Onun için Yüce Allah, tevbe edenleri mağfiret edeceğini beyan ederken, mağfireti umumileştirmektedir:
“De ki: “Ey öz nefsine zulmedenler! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları yarlıgar / bağışlar. O yarlıgayan ve bağışlayandır.” (Zümer: 53)
Evet, insan hangi suçundan ötürü tevbe ederse etsin, Allah onu bağışlar. Şirkten ötürü tevbe edeni de, daha başka büyük günahlarından ötürü tevbe edenleri de yarlıgar, bağışlar, mağfiret eder.
Nitekim zikrettiğimiz ayette de mağfiret geneldir ve mutlaktır. Diğer ayette ise, tahsis ve ta'lik yapmıştır. Şöyle ki:
Şirki özelleştirerek mağfiret etmeyeceğini söylerken, diğer günahları meşiyetine bırakmıştır.