การคำนึงถึงสภาพของผู้อื่น
- Yüce Allah’ın Peygamberleri Kavimleri Arasından Seçişi:
Davetçinin davet ettiği kimselerin hallerini bilmesinin zorunlu olduğunu ve yüce Allah’a davet sırasında bu halleri gözönünde bulundurmanın önemini ortaya koyan hususlardan birisi de yüce Allah’ın peygamberleri ve rasûlleri kavimleri arasından seçmiş olmasıdır. Örnek olarak yüce Allah’ın Nuh (a.s) ile kavmini sözkonusu ederken söylediği şu buyruklarını kaydedelim:
“Nuh kavmi rasûlleri yalanladılar. Hani kardeşleri Nuh onlara: ‘Sakınmaz mısınız?’ demişti. Ben size gönderilmiş emin bir peygamberim.” (eş-Şuara, 26/105-107)
Böylelikle yüce Allah Nuh (a.s)’ın kardeşleri yani mezhep itibariyle onlardan birisi olduğunu beyan etmektedir.1
Yine yüce Rabbimiz Hud (a.s) ile kavmini sözkonusu ederken şöyle buyurmaktadır: “Ad kavmi rasûlleri yalanladılar. Hani kardeşleri Hud onlara: ‘Sakınmaz mısınız?’ demişti. Muhakkak ben size gönderilmiş emin bir peygamberim.” (eş-Şuara, 26/123-125)
Yine yüce Allah onlar hakkında: ”Ad kavmine de kardeşleri Hud’u (gönderdik).” (el-Araf, 7/65) diye buyurmaktadır.
Yüce Rabbimiz Salih (a.s) ile kavmi hakkında şöyle buyurmaktadır: “Semud kavmi de peygamberleri yalanladılar. Hani kardeşleri Salih onlara demişti ki: ‘Korkmaz mısınız ben sizin için güvenilir bir elçiyim.”’ (eş-Şuara, 26/141-143)
Yine onlar hakkında şöyle buyurmaktadır: “Semud (kavmin)e de kardeşleri Salih’i (peygamber olarak gönderdik.)” (el-Araf, 7/73)
Lut (a.s) ve kavmi hakkında da şöyle buyurmaktadır: “Lut kavmi peygamberleri yalanladılar. Hani kardeşleri Lut onlara şöyle demişti: ‘Korkmaz mısınız ben gerçekten size (gönderilmiş) emin bir peygamberim.”’ (eş-Şuara, 26/160-162)
Yüce Allah Medyen ile kendilerine peygamber olarak gönderilen Şuayb (a.s) hakkında da: “Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (peygamber olarak gönderdik).” (el-Araf, 7/85) diye buyurmaktadır.
Bu şekilde yüce Allah herbir ümmete kendilerinden bir peygamber göndermiş olmaktadır. Bundaki hikmet –yüce Allah en iyisini bilir ya- onların kendilerine gönderilen peygamberin sözünü böylece daha iyi anlayabilmeleri ve doğruluk ve emaneti itibariyle durumunu daha iyi bilmeleri, ona tabi olma imkanının daha yüksek olmasıdır.2Aynı şekilde onlara gönderilen herbir peygamber de onları, problemlerini ve isteklerini daha iyi biliyordu.
- Yüce Allah’ın Peygamberlere Kavimlerinin Durumlarına Uygun Mucizeler Verişi:
Yüce Rabbimiz peygamberleri ve rasûlleri (hepsine selam olsun) çeşitli mucizelerle desteklemiştir. Mesela Musa (a.s)’ı desteklediği mucizelerden birisi asa mucizesi idi. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Bunun üzerine asasını (yere) bıraktı. Hemen apaçık bir ejderha oluverdi.” (el-Araf, 7/107) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: “Musa asasını bırakır bırakmaz onların hile ile yaptıklarını yutuverdi. Sihirbazlar hemen secdeye kapanıverdiler.” (eş-Şuara, 26/45-46)
İsa (a.s)’ı desteklediği mucizelerden birisi de anadan doğma körü ve abraşı iyileştirmesi, ölüleri diriltmesidir. Yüce Allah buyuruyor ki: “İsrailoğullarına bir peygamber olarak gönderecek (ve şöyle diyecektir): ‘Gerçekten ben size Rabbinizden bir belge getirdim. Size çamurdan kuş gibi bir şey yapar, ona üfürürüm. Allah’ın izniyle o derhal bir kuş olur ve yine Allah’ın izniyle anadan doğma körü, abraşı iyi eder ve ölüleri diriltirim. Evlerinizde yediğiniz ve biriktirdiğiniz şeyleri size haber veririm. Eğer iman eden kimseler iseniz elbette bunlarda sizin için deliller vardır.”’ (Al-i İmran, 3/49)
Yüce Allah’ın şerefli peygamberimize ihsan ettiği mucizelerden birisi de ona vahyetmiş olduğu Kur’an-ı Kerim’dir. İmam Buhari, Ebu Hureyre (r.a)’dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Peygamber (s.a) buyurdu ki: “İnsanların benzerini gördükleri takdirde mutlaka iman etmelerini gerektiren birtakım mucizeler verilmemiş hiçbir peygamber yoktur. Bana verilen ise yüce Allah’ın bana vahyettiği bir vahiydir. Bu sebeple onlar (bütün peygamberler) arasında kıyamet gününde kendisine uyanları en çok olacak olanın kendim olacağımı ümit ediyorum.”6
Peygamberlerin mucizelerinin çeşitli olmasındaki hikmet –ümmetin alimlerinin pekçoğunun açıkladığı üzere- kavimlerinin durumuna uygun olmasının gözönünde bulundurulmasıdır. Bu husus ile ilgili olarak Hafız İbn Kesir şöyle demektedir: “Yüce Allah herbir peygamberi kendi dönemine uygun bir risaletle göndermiştir. Musa (a.s) döneminde büyücülük ve büyücüleri tazim yaygın bir hal idi. O bakımdan yüce Allah onu gözleri kamaştıran ve bütün sihirbazları hayrete düşüren bir mucize ile gönderdi. Bunun pek azametli ve cebbar olan tarafından geldiğine kesin inanmaları üzerine İslama itaatle boyun eğdiler ve Allah’ın hayırlı kullarından oldular.
İsa (a.s) de doktorlar ve tabiat bilimlerinde ileri kimselerin bulunduğu bir dönemde gönderildi. Bundan dolayı onlara getirdiği mucizeleri ancak şeriatı ortaya koyan (Allah)’ın desteklediği bir kimse olması müstesna kimsenin benzerini ortaya koyamayacağı mucizeler getirdi. Cansız bir varlığı diriltme kudretini yahutta anadan doğma körü ve abraşı öldürme gücünü kıyamet gününe kadar kabrinde kalmaya mahkum kimseleri diriltme kudretini doktorlar nereden bulabilirlerdi?
Aynı şekilde Muhammed (s.a) da fasihlerin, belağat erbabının ve mükemmel şairlerin döneminde gönderildi. Onlara Allah’ın kitabını getirdi. Bütün insanlar ve cinler onun bir benzerini yahut on suresinin yahut bir suresinin benzerini getirmek için biraraya gelecek olsalar biri diğerine yardımcı olsa dahi ebediyyen güç yetiremezler. Bunun böyle olmasının tek sebebi yüce Rabbimizin sözünün hiçbir zaman kulların sözüne benzemeyişidir.”7
Şüphesiz peygamberlerin mucizelerinin kavimlerinin durumuna uygunluğunda şu gerçek ortaya çıkmaktadır: Yüce Allah’a davet yolunda muhatapların hallerine riayet etmek ve onlar için uygun olan araç ve uslubu seçmek bir zorunluluktur. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
- Yüce Allah’ın Şerefli Peygamberine Çeşitli Yollarla Davet Görevini Yerine Getirmesini Emretmiş Olması:
Davet olunanların durumlarını bilmenin zorunluluğuna ve davet esnasında bunları gözönünde bulundurmanın önemine delalet eden hususlardan birisi de yüce Allah’ın şerefli peygamberine çeşitli yollarla davette bulunmasını emretmiş olması vardır. Mesela yüce Allah’ın şu buyruğunda daveti üç yolla yapmasına dair şöyle bir ilahi emir vardır: “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel yolla mücadeleni yap.” (en-Nahl, 16/125)
Ayet-i kerimede yüce Allah peygamberine daveti üç yolla gerçekleştirmesini emretmektedir. Bunlar:
1- Hikmet
2- Güzel öğüt
3- En güzel yolla mücadele
Herbir kesime ona uygun gelecek ve münasip düşecek bir yol kullanılır.
İmam İbnu’l-Kayyim bu ayetin tefsirinde şunları söylemektedir: “Yüce Allah davet mertebelerini insanların mertebelerine göre tespit etmiştir: Hakka karşı inatlaşmayan ve bundan yüz çevirmeyen zeki, daveti kabul eden kimse hikmet yolu ile davet edilir.
Bir çeşit gafleti ve gecikmesi bulunan fakat daveti kabul eden kimse ise güzel öğütle davet edilir. Bu ise teşvik ve korkutmanın da birlikte bulunduğu emir ve nehy ile olur.
İnatçı ve karşı koyan kimse ile de en güzel yol hangisi ise o şekilde mücadele edilir.”8
Yüce Allah’ın şu buyruğunda kafir ve münafıklara karşı şiddet ve kaba kuvvetin kullanılmasına dair şu Rabbani emir yer almaktadır: “Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara sert ol. Yerleri cehennemdir onların, o ne kötü bir dönüş yeridir.” (et-Tevbe, 9/73)
Abdullah b. Abbas (r.a) bu ayetin tefsirinde şunları söylemektedir: “Yüce Allah ona kafirlere karşı kılıçla, münafıklara karşı dil ile cihad etmesini emretmekte ve onlara karşı yumuşak davranmayı ortadan kaldırmaktadır.”9
Yüce Allah’ın şu buyruğunda da yumuşaklıkla ve şefkatle davet ile sertlikle ve haşin bir surette davet birarada sözkonusu edilmektedir: “Kitap ehli ile ancak en güzel yolla mücadele edin. Aralarından zulmedenler müstesna.” (el-Ankebut, 29/46)
Bu ayet-i kerimede zalim olmayanlara karşı en güzel yolla yani şefkatle ve yumuşaklıkla mücadeleye, buna karşılık kitap ehlinden zalimlik eden kimselere karşı en güzel yolun dışında bir yol olan sertlikle ve şiddetle mücadele etmeye bir irşad ve yönlendirme bulunmaktadır.
Büyük ilim adamı Zemahşeri ayetin tefsirinde şunları söylemektedir: “En güzel haslet ile davet et. Bu da kabalığa yumuşaklıkla, kızgınlığa öfkeyi yatıştırmakla, taşkınlığa ağırbaşlılıkla karşılık vermektir. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi; “En güzel olan ile sav” (Fussilet, 41/34)
“Zulmedenler müstesna” yani haddi aşmakta, inad etmekte aşırıya gidenler ve nasihatı, öğüdü kabul etmeyenler, yumuşak davranmanın etkilemediği kimselere gelince, onlara karşı sert davranma yolunu seçiniz.”10
Sözün özü şu ki yüce Allah şerefli peygamberine yüce Allah’a davet yolunda herbir kesime karşı onlara uygun bir yol izlemek şeklinde çeşitli yollar izlemeyi emretmektedir. Bu kesimlerden herhangi birisine karşı bu tutumlardan birisini tercih etmek o kesimin durumunu bilmeyi gerektirir. Böylelikle o kesime uygun yolu kullanmak imkanı doğar.
Üçüncü Başlık: Yüce Allah’ın Din İlmi Öğrenenlere Kendi Toplumlarını Uyarmalarını Emredişi:
Muhatapların durumlarını bilip, yüce Allah’a davet sırasında bunları gözönünde bulundurmanın önemini gösteren hususlardan birisi de yüce Rabbimizin dini bilgilerini derinleştirmek isteyen kimselere (tefakkuh edenlere) kendilerine dönmelerinden sonra toplumlarını inzar etmekle (korkutup uyarmakla) emretmiş olmasıdır. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Mü’minlerin topluca (savaşa) çıkmaları gerekmez. Onların herbir topluluğundan bir kesim de dinde fakih olmak ve kendilerine döndükleri zaman kavimlerini uyarmak üzere (geri) kalmalı değil miydi? Olur ki sakınırlar diye.” (et-Tevbe, 9/122)
Kendilerine dönüşlerinden sonra kendi toplumlarını uyarmalarını, dinde fakih olmak isteyenlere emretmenin hikmetlerinden birisi belki de şudur: Onlar kendi toplumlarının halini diğerlerinden daha iyi bilirler, onların şartlarını diğer insanlara göre daha çok gözönünde bulundururlar. Doğrusunu en iyi bilen yüce Allah’tır.
- Kur’an-ı Kerim’in İndirilişinde İnsanların Durumunun Gözönünde Bulundurulması:
Davet esnasında insanların durumunu gözönünde bulundurmanın zorunluluğunu gösteren hususlardan birisi de yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’i indirmesinde onların hallerini gözönünde bulundurulmuş olmasıdır.
İmam Buhari Yusuf b. Mahek’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Mü’minlerin annesi Aişe (r.anha)’ın yanında idim. Ona Iraklı birisi geldi: Hangi tür kefen daha hayırlıdır dedi. O: Yazık sana bunun sana zararı ne ki diye sordu. Bu sefer: Ey mü’minlerin annesi bana mushafını gösterebilir misin dedi.
Aişe: Neden diye sordu. Adam: Belki ben de Kur’an’ı ona göre telif ederim. Çünkü Kur’an telif edinmeyen bir şekilde okunmaktadır. Aişe şu cevabı verdi: “Hangisini daha önce okumanın sana ne zararı var ki Kur’an’dan ilk nazil olan mufassal bölümünden11 bir suredir. Orada cennet ve cehennem sözkonusu edilir. Nihayet insanlar İslama girince, helal ve haram indi. Eğer ilk olarak ‘şarap içmeyin” emri inseydi onlar ‘biz ebediyyen şarap içmeyi terketmeyiz’ diyeceklerdi. Eğer: “Zina etmeyin” inseydi ‘zinayı ebediyyen terketmeyiz’ diyeceklerdi. Andolsun Mekke’de Muhammed (s.a)’a ben henüz oyun çağında bir kız çocuğu iken: “Asıl onlara vaadolunan vakit kıyamettir ve o kıyamet daha büyük bir bela ve daha acıdır.” (el-Kamer, 54/46) buyruğu indi. Bakara ve Nisa sureleri ise ancak ben onun yanında iken12 nazil oldu. (İbn Mahek) dedi ki: “Sonra ona mushafı çıkarttı ve ona surelerin ayetlerini yazdırdı.”13
Mü’minlerin annesi Aişe (r.anha)’ın bu anlattıklarından Kur’an’ın indiriliş sırasında insanların manevi hallerinin gözönünde bulundurulduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.
Hafız İbn Hacer, Aişe (r.anha)’ın sözkonusu ettiği hususlar ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “Kur’an’ın indiriliş sırasındaki ilahi hikmete, Kur’an’dan ilk inen buyrukların tevhide davet, mü’min ve itaatkar olana cenneti, kafir ve isyankar olana da cehennem ateşini müjdeleyen buyruklar olduğuna işaret etmektedir. İnsanlar bunları huzur ile kabul edince bu sefer şer’i hükümler indirildi. Bundan dolayı Aişe (r.anha): “Eğer ilk olarak içki içmeyiniz buyruğu inseydi, onlar da biz onu bırakamayız derlerdi demektedir. Buna sebep ise insan tabiatında alışılmış şeyleri bırakmaktan nefret etme özelliğinin bulunmasından dolayıdır.”14
Büyük ilim adamı el-Ayni de onun sözleri ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmaktadır: Bu hadiste Aişe (r.anha) sözü edilen ve kendisince tesbit edilen hikmetin pekiştirilmesine işaret edilmektedir. Bu da el-Kamer suresinin önceki bir dönemde indiğidir. Bu surede ahkama dair bir şey yoktur. Pek çok hükümleri ihtiva etmekle birlikte Bakara ve Nisa sureleri bu sureden sonra inmiştir.15
- İslamın Dört Rüknü Yerine Getirilirken Bir Takım Ruhsatların Tefri Edilmesi ile İnsanların Durumunun Gözönünde Bulundurulması:
Yüce Allah namazı, zekatı, orucu ve haccı İslamın esasları olarak tespit etmiştir. Şanı yüce Rabbimizin hikmeti bunları yerine getirirken, kullarının şartlarını ve durumlarını gözönünde bulundurarak birtakım ruhsatları teşri buyurmuştur.
Örnek olarak yüce Allah namaz kılmak üzere abdest almayı emretmiştir. Yüce Allah hastalık ve su bulamama hallerini gözönünde bulundurarak onlar için teyemmümü teşri buyurmuştur. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Eğer hasta olur veya yolculukta iseniz yahut herhangi biriniz ayak yolundan gelirse ya da kadınlara dokunur da su bulamazsanız temiz bir toprağa teyemmüm edin. Yüzlerinizi ve ellerinizi neshediniz. Şüphesiz Allah çok affedicidir, bağışlayıcıdır.” (en-Nisa, 4/43)
Aynı şekilde namazın ayakta eda edilmesi ile ilgili hallerde de hastanın durumu gözönünde bulundurulmuş, oturarak eda etmesine müsaade edilmiştir. Buna da gücü yetmezse yanı üzerinde yatarak eda edebilir. İmam Buhari, İmran b. Husayn (r.a)’dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Benim basurlarım vardı. Peygamber (s.a)’a namaz hakkında soru sordum da şöyle buyurdu: “(Gücün yetiyorsa) ayakta namaz kıl. Eğer gücün yetmiyorsa oturarak, yine gücün yetmiyorsa yanın üzere yatarak kıl.”16
Namaz eda edilirken korku hali de gözönünde bulundurulmuş ve müslümanlara piyade yahut binekli olarak, kıbleye yönelerek ya da yönelmeyerek –kolaylarına geldiği şekilde- kılmalarına müsaade edilmiştir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Namazları ve özellikle orta namazı koruyunuz. Gönülden gelerek saygı ve itaat ile Allah’ın huzurunda durun. Şayet korkarsanız o halde (namazı) yaya olarak veya binek üstünde (kılın). Güvene kavuştuğunuzda o size bilmediğinizi öğrettiği gibi Allah’ı anın.” (el-Bakara, 2/238-239)
Abdullah b. Ömer (r.a)’a korku namazına dair soru sorulduğunda onun nasıl kılınacağını anlatır, sonra şöyle derdi: “Şayet bundan da daha ileri derecede bir korku sözkonusu olursa piyade olarak ayakta namaz kılarlar yahut binekli olarak kıbleye dönmüşler yahut dönmemişler olarak kılarlar.”
Malik dedi ki: Nafi dedi ki: “Görüşüme göre Abdullah b. Ömer (r.a) bunu olsa olsa Rasûlullah (s.a)’dan diye zikretmiş olmalıdır.”17
Yüce Allah yolculuk halini nazar-ı itibara alarak namazı kısaltmayı teşri buyurmuştur. Yüce Mevlamız şöyle buyurmaktadır: “Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman eğer kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur. Şüphesiz kafirler sizin apaçık düşmanınızdır.” (en-Nisa, 4/101)
Rasûlullah (s.a) da yolculuk halini gözönünde bulundurarak öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarını birarada (cem’an) kılmayı sünnetinde uygulamıştır.
İmam Buhari’nin rivayetine göre İbn Abbas (r.a) dedi ki: “Rasûlullah (s.a) eğer yolculukta ise öğle ve ikindi namazlarını birarada, akşam ve yatsı namazlarını da bir arada (cem ile) kılardı.”18
Rabbani hikmet zekat farizasında da aynı şekilde insanların durumunu gözönünde bulundurmayı gerektirmiştir. O bakımdan zekat ancak nisaba sahip olup üzerinden bir sene geçmiş olanlar üzerine vaciptir.
Yine yüce Rabbimiz onlara orucu farz kılarken de insanların hallerini gözönünde bulundurmuş, ramazan ayında yolcu ve hastanın –diğer günlerde kazalarını yapmak üzere- oruçlarını açmalarına ruhsat vermiştir. Yüce Allah buyuruyor ki: “Kim de hastalanır veya yolculukta olursa, o günler sayısınca diğer günlerde (oruç tutsun). Allah size kolaylık diler, güçlük dilemez ta ki böylelikle o sayılı günleri tamamlayasınız, sizi hidayete erdirdiğine karşılık Allah’ı yüceltesiniz ve ta ki şükredesiniz.” (el-Bakara, 2/185)
Şanı yüce Allah oldukça yaşlı erkek ve kadına yoksula yiyecek bir fidye vermek suretiyle oruç açma ruhsatını vermiştir. İmam Buhari’nin rivayetine göre Ata, İbn Abbas (r.a)’ı (“ona güç yetiremeyenler de bir fakir doyumu fidye versinler” anlamındaki buyruğu): “Ona güç yetiremeyip, bunda zorlananlar bir fakir doyumu fidye versinler” (anlamına gelecek) şekilde okuduğunu duymuştur. İbn Abbas (r.a) dedi ki: Bu nesholmuş değildir. Burda kastedilen oruç tutma gücünü bulamayan oldukça yaşlı erkek ve yaşlı kadındır. Bunlar herbir gün karşılığında bir yoksula yemek yedirirler.”19
Aynı şekilde hikmeti sonsuz ve herşeyden haberdar olan yüce Rabbimiz Beytullahın haccedilmesinin farziyetinde de insanların durumlarını gözönünde bulundurarak ancak oraya gitmeye yol bulabilenlere bu ibadeti farz kılmıştır. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Ona yol bulabilenlerin o evi haccetmesi Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır.” (Al-i İmran, 3/97)
Şüphesiz İslamın dört esası olan namaz, zekat, oruç ve haccın farz kılınışında ve eda edilişinde insanların durumlarının gözönünde bulundurulması bizlere yüce Allah’ın yoluna insanları davet ederken durumlarını gözönünde bulundurmanın zorunluluğunu açıkça ortaya koymaktadır.
- İkrah (Zorlama) ve Zaruret Hallerinde Günahın ve Hükmün Kaldırılması Suretiyle İnsanların Durumunun Gözönünde Bulundurulması:
İslamın insanların durumlarını ve şartlarını gözönünde bulundurduğunun delillerinden birisi de şudur: Bir kimse yüce Allah’ın şeriatine muhalif herhangi bir işi yapmak üzere zorlanacak olursa bunun neticesindeki tasarrufu sebebiyle onun için herhangi bir sorumluluk sözkonusu değildir. Pek çok nas buna delalet etmektedir. Bunlardan birisi de kalbi iman ile dopdolu olduğu halde küfre zorlanan kimseler hakkındaki buyruktur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kalbi imanla dolu olduğu halde zorlanan kimseler müstesna olmak üzere kim imandan sonra Allah’ı tanımaz ve fakat küfre göğüs açarsa işte Allah’ın gazabı onların üzerinedir ve onlar için çok büyük bir azap da vardır.” (en-Nahl, 16/106)
İbn Abbas (r.a) bu ayetin tefsiri ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “Yüce Allah imanından sonra küfre dönen kimseler üzerine Allah’tan bir gazap olacağını haber vermektedir. Ancak dili ile ikrah sonucu küfrü söyleyen fakat iman ile kalbi buna muhalif olan böylelikle düşmanından kurtulmak isteyen kimse için vebal yoktur. Şüphesiz Allah kulları kalplerinin akide olarak benimsediği hususlardan ötürü sorumlu tutar.”20
Şanı yüce Allah zorlama (ikrah) halinde küfrü sözlü olarak söylemekten ötürü günahı ve hükmü kaldırdığına göre onun dışındaki günahı gerektiren fiillerden günah ve hükmün kaldırılması öncelikle sözkonusudur. Bu hususta İmam İbnu’l-Arabi şunları söylemektedir: “Şanı yüce Allah şeriatın aslı olan kendisinin inkar edilmesini zorlama halinde müsamaha ile karşılayıp bundan dolayı sorgulamayacağını belirtmesi dolayısıyla ilim adamları şeriatin diğer fer’i hükümlerini de buna göre anlamışlardır. Dolayısıyla bunlar hakkında ikrah sözkonusu olursa mükellef bundan dolayı sorumlu olmaz ve onun aleyhine herhangi bir hüküm tereddüt etmez.”21
Zorlama halinde günahın kaldırılacağına delalet eden naslardan birisi de yüce Allah’ın şu buyruğudur: “Cariyeleriniz kendilerini korumak isterken dünya hayatının geçici menfaatlerini kazanmak için onları zinaya zorlamayın. Kim onları zorlarsa şüphe yok ki Allah onların zorlanmalarından sonra mağfiret ve rahmet edicidir.” (en-Nur, 24/33)
Bu ayet-i kerime zina yapmaya zorlanan cariyeleri yüce Allah’ın zorlanmalarından sonra (onlar için) pek mağfiretli ve pek merhametli olacağını göstermektedir. İmam Buhari Sahih’inde şöyle bir bab açmıştır: “Kadın zinaya zorlanacak olursa ona had uygulanmaz.”22 Buna sebep ise yüce Allah’ın: “Kim onları zorlarsa şüphe yok ki Allah onların zorlanmalarından sonra mağfiret ve rahmet edicidir.”
Yine İmam Buhari Ebu Ubeyd kızı Safiye’nin naklettiği şu rivayeti de delil göstermektedir: İmarenin (yani halifeliğin)23 payına düşen bir köle humsdan (ganimetin beşte birinden)24 bir cariyeye zorla ilişki kurdu ve bekaretini bozdu. Ömer (r.a) ona had uyguladı ve sürgüne gönderdi. Fakat bu köle onu zorladığından ötürü cariyeye zina cezası uygulamadı.25
Ümmet alimleri ikrah halinde küfür sözünü söylemek dolayısıyla günahın kaldırıldığına dair buyrukları mükreh kimsenin (zorlanan kişinin) yapacağı talakın ve köle azad etmesinin geçerli olmayacağına delil göstermişlerdir. Bu hususta İmam Suyuti şöyle demektedir: “İlim adamları: “Kalbi iman ile dolu olduğu halde zorlananlar müstesna olmak üzere.” (en-Nahl, 16/106) buyruğunu mükrehin boşamasının ve köle azad etmesinin geçerli olmadığına ya da istisna ettikleri dışında söylediği herbir söz yahutta herbir fiilin geçersizliğine delil göstermişlerdir.”26
Bunu açıkça ifade edenler arasında İbn Abbas, İbn Ömer, İbnu’z-Zübeyr, eş-Şabi ve el-Hasen (Allah hepsinden razı olsun) de vardır. İmam Buhari’nin belirttiğine göre İbn Abbas (r.a) hırsızların zorlayarak hanımını boşayan kimsenin boşamasının hükümsüz olduğunu söylemiştir. İbn Ömer, İbnu’z-Zübeyr, eş-Şabi ve el-Hasen (Allah hepsinden razı olsun) de böyle demişlerdir.27
İmam Abdu’r-Rezzak, İbn Abbas (r.a)’dan rivayet ettiğine göre o mükrehin boşamasının hükümsüz olduğu görüşünde idi.28
Zorlama halinde günah kaldırıldığı gibi, zaruret halinde de aynı şekilde günah kaldırılır. Zaruret ve çaresizlik halinde Allah’ın haram kıldığı bir şeyi yiyen bir kimse için günah yoktur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “O size ancak (boğazlanmadan) ölmüşü, akan (kanı), domuz etini, bir de Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa saldırmamak ve haddi aşmaksızın (yerse) ona günah yoktur. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.” (el-Bakara, 2/173)
İbn Abbas (r.a) ayet-i kerimenin tefsiri ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “Kim zaruret ve mecburiyet halinde bu sözü edilenlerden bir şey yiyecek olursa onun için vebal yoktur fakat kim zaruret bulunmadan bunlardan bir şey yerse haddi aşmış ve saldırganlık etmiş olur.”29
Sözün özü şudur: Yüce Allah ikrah (zorlama) ve zaruret hallerinde kulların durumlarını gözönünde bulundurarak bu iki halde de günahı ve hükmü kaldırmıştır. Bu husus şüphesiz olarak davetçinin muhataplarının durumunu gözönünde bulundurmasının zorunlu olduğunu göstermektedir. Doğrusunu en iyi bilen yüce Allah’tır.
- Hüküm İtibariyle Hata ve Kasıt Halleri Arasında Ayırım Gözeten Teşri ile İnsanların Durumlarını Gözönünde Bulundurmak:
İslamın insanların durumlarını ve şartlarını büyük ölçüde önemsediğine ve bunları gözönünde bulundurduğuna delalet eden hususlardan birisi de hükümleri itibariyle hata ve kasıt halleri arasında ayırım gözetmiş olmasıdır.
Bir örnek verelim. İslam oruç tutanın ramazan ayında gündüzün yeme ve içmesini haram kılmıştır fakat unutarak yiyen içen kimse orucunu devam ettirmelidir. Çünkü İmam Buhari’nin rivayetine göre Ebu Hureyre (r.a) Peygamber (s.a)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “(Oruçlu kimse) unutarak yer ve içerse orucunu tamamlasın çünkü yüce Allah ona yedirmiş ve içirmiştir.”30
Bu durumdaki kimse için kaza da, keffaret de yoktur. Hadis imamları İbn Huzeyme, İbn Hibban, Hatim ve Darakudni’nin rivayetlerine göre Ebu Hureyre (r.a), Rasûlullah (s.a)’ın şöyle buyurduğunu zikretmiştir: “Her kim ramazan ayında unutarak oruç açarsa onun kaza etmek yükümlülüğü de, keffaret yükümlülüğü de yoktur.”31
Aynı şekilde muhteşem İslam şeriatı kasten ve hata yoluyla öldürme arasında da ayırım gözetmiştir. Mü’min birisini öldüren bir kimse öldürülenin velileri affetmedikçe kısas olarak öldürülür. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında üzerinize kısas yazıldı. Hür hür olana, köle köle olana, dişi dişiye karşılık (kısas olunur).” (el-Bakara, 2/178)
Fakat hata yoluyla öldüren kimsenin bir köle azad etmesi ve öldürülenin velilerine bir diyet ödemesi gerekmektedir. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Bir mü’min diğer bir mü’mini –yanlışlıkla olması müstesna- öldüremez. Kim bir mü’mini yanlışlıkla öldürürse mü’min bir köle azad etmesi ve ölenin akrabasına teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir. Onların (diyeti katile) sadaka olarak bağışlamaları müstesna.” (en-Nisa, 4/92)
Diğer taraftan yüce Peygamberimiz (salât ve selam ona) şunu açıklamıştır: Yüce Allah ümmetinin hata yoluyla, unutarak ve zorlandıkları için yaptıkları şeyleri affetmiştir. İmam Hakim, İbn Abbas (r.a)’dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: “Yüce Allah ümmetine hata yoluyla, unutarak ve yapmak üzere zorlandıkları şeyleri bağışlamıştır.”32
Bütün bunlar hiç şüphesiz yüce İslam şeriatinin insanların durumlarını önemsediğini ve onları gözönünde bulundurduğunu göstermektedir. Davetçinin de yüce Allah’a davet görevini yaparken bunları önemsemesi ve gözönünde bulundurması gerekir.
- Arayı Düzeltmek İçin Çeşitli Mertebelerin Teşri Edilmesiyle İnsanların Durumunun Gözönünde Bulundurulması:
Yüce Allah’a davet sırasında insanların durumlarını bilip, gözönünde bulundurmanın zorunlu olduğunu gösteren hususlardan birisi de şudur: Şanı yüce Allah marufu emredip, münkerden nehyetmek için çeşitli dereceler teşri buyurmuş ve insanların haline uygun gelen dereceyi kullanmayı emretmiştir. Buna delalet eden naslardan birisi de yüce Allah’ın şu buyruğudur: “Serkeşliklerinden33 endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin (vazgeçmezlerse) kendilerini yataklarında yalnız bırakın. (Vazgeçmezlerse incitmeden) onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık aleyhlerinde bir yol aramayın.” (en-Nisa, 4/34)
Yüce Allah bu ayet-i kerimede serkeşlik edeceklerinden korkulan kadınlar ile arayı düzeltmek için dört mertebe olduğunu açıklamaktadır. Bunlar:
1- Öğüt vermek
2- Yataklarda onlardan ayrı kalmak
3- Dövmek
Şanı yüce Allah bu yollara başvurulması halinde belirtilen sıraya uymayı emretmiştir.
İmam Suyuti ayet-i kerimenin tefsirinde şunları söylemektedir: Yüce Allah hanımı tedib etmekte belirtilen sıraya riayet etmeyi emretmiştir. Eğer onun serkeşlik edeceğinden korkulursa ona öğüt versin, Allah’tan ve onun cezalandırmasından korksun. Israr ederse yatağını ayırsın, yine ısrar ederse iz bırakmamak üzere onu hafifçe dövsün. Ona itaat ederse hanımını dövmesi caiz olmaz.34
Mü’minlerin emiri Ali b. Ebi Talib (r.a) dedi ki: “Diliyle ona öğüt verir. Şayet vazgeçerse onun aleyhine hiçbir şey yapamaz. Eğer kabul etmezse yatağından ayrılır. Şayet kabul etmezse ona döver. Eğer dövmekle de öğüt almazsa iki hakem gönderir.”35
Yine bu hususa delalet eden naslardan birisi de yüce Allah’ın şu buyruğudur: “Eğer mü’minlerden iki grup birbirleri ile çarpışırlarsa onların aralarını düzeltin. Eğer onların biri diğerine tecavüz ediyorsa o tecavüz eden grupla Allah’ın emrine dönünceye kadar çarpışın. Eğer dönerse her ikisinin arasını adaletle düzeltin ve adaletli olun. Çünkü Allah adaletli olanları sever.” (el-Hucurat, 49/9)
Bu ayet-i kerimede yüce Allah arayı bulmak için iki mertebeyi sözkonusu etmektedir. Bunlar:
1- Birbirleriyle çarpışan iki grubun arasını düzeltmek
2- Haddi aşan grup ile çarpışmak
3- Yüce Allah çarpışmak olarak tespit edilen ikinci mertebeyi ancak birincisinin fayda vermediğinin anlaşılması halinde kullanılabileceğini emretmektedir. Peygamber (s.a) da aynı şekilde arayı bulma mertebelerinin çeşitliliğini açıklamış ve kendileri sebebiyle bu mertebelerin kullanılacağı kimselerin durumlarını gözönünde bulundurmayı emretmiştir. Bu husustaki delillerden birisi İmam Ebu Davud’un naklettiği şu rivayettir. Amr b. Şuayb babasından, o dedesinden dedi ki: Rasûlullah (s.a) buyurdu ki: “Çocuklarınıza yedi yaşında iken namaz kılmalarını emrediniz. On yaşına geldiklerinde (yine kılmazlarsa) onun için onları dövün ve yataklarda aralarını ayırın.”36
Bu hadis-i şerifte Peygamber (s.a) ilişkileri düzeltme mertebelerinden ikisini sözkonusu etmektedir. Bunlar:
1- Namaz kılmanın emredilmesi
2- Terkedilmesi dolayısıyla dövmektir.
Bunların herbirisinin çocuğu iki halinden hangisi ile kullanılacağını da belirtmiştir.
Bu derecelerdeki çeşitlilik yüce Allah’a davet halinde muhatapların hallerine gereken itinayı gösterip, hallerini gözönünde bulundurmanın zorunluluğunu göstermektedir.
1 Bk. Ebu’s-Suud, Tefsir, III, 237
2 Bk. el-Keşşaf, II, 86; Kadı Beydavi, I, 344, Ebu’s-Suud, Tefsir, III, 237; el-Kasımi, Tefsir, VII, 165
6 Buhari, Hadis no: 4981, IX, 3
7 İbn Kesir, I, 391; Ayrıca bk. Beğavi, Tefsir, I, 303; Kurtubi, Tefsir, IV, 94; İbn Hacer, Fethu’l-Bari, IX, 6-7; Ayni, Umdetu’l-Kari, XX, 12; Ebu’s-Suud, Tefsir, II, 39; Alusi, Ruhu’l-Meani, III, 169
8 et-Tefsiru’l-Kayyim, s. 344; Ayrıca bk. Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, XX, 138-139, Şeyhu’l-İslam İbn Teymiye, Mecmuu’l-Fetava, XIX, 164; Hazin, Tefsir, IV, 124; Kadı Beydavi, I, 561; Ebu’s-Suud, Tefsir, V, 151; Ruhu’l-Meani, XIV, 254; el-Muntehab fi Tefsiri’l-Kur’ani’l-Kerim, s. 407
9 Taberi, rivayet no: 16962, XIV, 358-359; Ayrıca bk. Beğavi, Tefsir, V, 311. Yine ondan bir başka rivayette şöyle dediği nakledilmiştir: “Kafirlere karşı savaşmakla, münafıklara karşı da sözle sertlik göstermekle (emrolunmuştur).” Taberi, rivayet no: 16963; XIV, 359; Ayrıca bk. Zadu’l-Mesir, III, 470
10 Keşşaf, III, 207-208; Ayrıca bk. Ebu’s-Suud, Tefsir, VII, 42; Ruhu’l-Meani, XXI, 2; Kasimi, Tefsir, XIII, 153
11 Kur’an’ın mufassal diye anılan bölümü sahih kabul edilen görüşe göre Kaf suresinden itibaren Kur’an-ı Kerim’in sonuna kadar olan sureleri kapsar. Bk. Fethu’l-Bari, II, 259; Ayrıca bk. Şeyh Abdu’l-Aziz b. Abdullah b. Baz’ın Fethu’l-Bari üzerine notları, II, 249
12 “Ben onun yanında iken” Medine’de iken demektir. Çünkü Aişe (r.anha)’ın Peygamber efendimize zevce oluşu ittifakla hicretten sonradır. (Fethu’l-Bari, IX, 40)
13 Buhari, Hadis no: 4993; IX, 38-39
14 Fethu’l-Bari, IX, 40
15 Bk. Umdetu’l-Kari, XX, 22
16 Buhari, Hadis no: 1117; II, 587
17 Bk. Muvatta, Salâtu’l-Havf, Hadis no: 3, I, 184; Buhari, Hadis no: 4535, VIII, 199
18 Buhari, Hadis no: 1107, II, 579
19 Buhari, Hadis no: 4505, VIII, 179
20 Fethu’-Bari, XII, 312-313
21 Ahkamu’l-Kur’an, III, 1180-1181; Ayrıca bk. el-İkrir, s. 37; et-Tahrir ve’t-Tenvir, VII, 295
22 Buhari, Kitabu’l-İkrah, XII, 321
23 Halifenin malından demek olup, o zaman Ömer (r.a) idi. (Fethu’l-Bari, XII, 322)
24 “Hums’dan” yani imamın (halifenin) tasarruf yetkisi içerisinde bulunan ganimetin beşte birinden demektir. (Aynı eser, XII, 322)
25 Bk. Buhari, Kitabu’l-İkrah, XII, 321
26 el-İkrir, s. 164
27 Bk. Buhari, XII, 321
28 Fethu’l-Bari, XII, 314
29 el-İkrir, s. 37
30 Buhari, Hadis no: 1933, IV, 155
31 İbn Huzeyme, Sahih, Hadis no: 1990, III, 339; el-İhsan fi Takribi Sahih İbn Hibban, Hadis no: 3521, VIII, 287-288, el-Müstedrek, I, 430; Darakudni, Sünen, Hadis no: 28, II, 178.
İmam Darakudni dedi ki: “Bu hadisi tek başına Muhammed b. Merzuk –ki o sikadır- el-Ensari’den rivayet etmiştir.” (Darakudni, Sünen, II, 178)
İmam Beyhaki, el-Marife’de şunları söylemektedir: “Bu hadisi el-Ensari tek başına Muhammed b. Amr’dan rivayet etmiştir. Hepsi sika ravilerdir.” Et-Taliku’l-Muğni, II, 178’den naklen)
İmam Hakim şöyle demektedir: “Bu Müslim’in şartına göre sahih bir hadis olmakla birlikte bu anlatımı ile Buhari de, Müslim de rivayet etmemiştir.” (el-Müstedrek, I, 430) Bu hususta Hafız Zehebi de ona muvafakat etmiştir. Bk. et-Telhis, I, 430)
32 el-Müstedrek, II, 198. İmam Hakim dedi ki: “Bu Buhari ve Müslim’in şartına göre sahih bir hadis olmakla birlikte ikisi de onu rivayet etmemişlerdir.” (Aynı yer) Hafız Zehebi de bu hususta ona muvafakat etmiştir. (Bk. et-Telhis, II, 198)
Hafız Sehavi de hadisin rivayet yollarını zikrettikten sonra şunları söylemektedir: “Bu yolların toplamı ile açıkça ortaya çıktığına göre hadisin belli bir aslı vardır.” (el-Mekasidu’l-Hasene, Hadis no: 528, s. 230)
el-Elbani hadisin sahih olduğunu belirtmiştir. (Bk. Sahihu’l-Camii’s-Sağir, Hadis no: 3509, III, 179; İrvau’l-Ğalil, I, 123-124)
33 “Serkeşlik” fukaha ıstılahında kocaya itaat sınırlarının dışına çıkmak demektir. Bk. Edvau’l-Beyan, I, 391
34 el-İklil fi İstimbati’t-Tenzil, s. 91’den kısaltılarak. Ayrıca bk. Kurtubi, Tefsir, V, 172; Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, X, 90-91; Kadı Beydavi, I, 213; et-Tahrir ve’t-Tenvir, V, 42; Reşid Rıza, el-Menar, V, 76
35 et-Tefsiru’l-Kebir, X, 91
36 Ebu Davud (Avnu’l-Mabud ile birlikte baskı) hadis no: 491, II, 114-115; Elbani: “Hasen, sahihtir” demiştir. (Sahih-u Sünen-i Ebi Davud, I, 97)