السمع والطاعة
"Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz" in mertebe ve duraklarından biri de "işitme" mertebesidir.
İşitme kelimesinin (Arapça) aslı olan "sema' ", kelimesi "nebat" gibi masdar bir isimdir. Şu ayetlerde de görüldüğü üzere Cenab-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de işitme ve dinlemeyi emretmiş, dinleyen kulllarını övmüş, onlara müjdeli haberler vermiştir:
"Allah'tan korkun ve iyi dinleyin" (Maide, 108),
"(Onun öğütlerini) dinleyin, (O'na) itaat edin" (Teğabun, 16),
"Eğer onlar, işittik ve itaat ettik, dinle ve bize bak, deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı, daha doğru olurdu" (Nisa, 14),
"Müjdele kullarımı: Onlar ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah'ın, kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar akl-ı selim sahipleridir" (Zümer, 17-18),
"Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun" (A'raf, 204) ve
"Rasul'e indirilen (Kur'an)'ı dinledikleri zaman, gördükleri gerçekten dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürüsün." (Maide, 83)
Öte yandan Cenab-ı Allah kendisinin işittirmesini ve kulların dinlemelerini, onlarda bir hayır bulunduğunu bildiğinin, işittirme ve dinlemenin söz konusu olmaması halini ise kendilerinde hayır bulunmadığının delili saymış ve şöyle buyurmuştur:
"Allah onlarda bir iyilik olduğunu bilseydi, elbette onlara işittirirdi, onlara işittirseydi de yine yüz çevirerek dönerlerdi." (Enfal, 23).
Dinlemeyen ve insanları da dinlemekten meneden düşmanlarından bahsederken de:
"İnkar edenler dedilerki, bu Kur'an'ı dinlemeyin, (okunurken) gürültü yapın" (Fusilet,22) buyurmuştur.
Dinleme, imanın kalpteki elçisi, davetçisi ve öğretmenidir.
Nitekim Kur'an'da:
"Hiç yeryüzünü de gezmediler mi ki (kendilerinden önce mahv olanların yerlerini görsünler de) düşünecekleri kalpleri, işitecekleri kulakları olsun (akılları başlarına gelsin,hak sözünü işitsinler)" (Hacc,46) gibi işitip dinlemeyi emreden nice ayetler vardır.
Dinleme: aklın esası, imanın temel taşı, öncüsü, arkadaşı ve veziridir. Ancak bu konuda asıl önemli olan dinlenen şeyin ne olduğudur. Pek çok insanın hata, yanılma ve ihtilafa düşmelerine sebep olan da budur.
Dinlemenin esası, kalbi dinlenen şeyin manalarına karşı uyarmak; onu o manaları isteme, sevme veya buğzetme ve istememe suretinde harekete geçirmektir. Bu herkesi yerine ve uyuştuğu şeye sevkeder.
Bazı insanlar kendi tabiatları, nefis ve hevaları ile dinlerler. Onların işittikleri şeyden nasipleri tabiatlarına uygun olan şeylerdir.
Bazı insanlar hal, iman, marifet ve akıllarıyla dinlerler. Bunlara, işittiklerinden kendi kabiliyet ve güçleri nispetinde bir pencere açılır.
Bazı kimseler ise, başkalarıyla değil,sadece Allah'la işitir, dinlerler.
Sahih bu kudsi hadiste:
"benimle işitir, benimle görür", buyurulan kimseler işte bunlardır. Dinleme bakımından en üst seviyede olan ve herkesten daha doğru yolda bulunanlar bunlardır.
Hangi dinlemenin övülecek, hangisinin yerilecek cinsten bir dinleme olduğunu anlamak hususuna gelince, bunun için dinlenenin nasıl bir şey olduğunu, onun hakikat, sebep, gaye ve faydasını bilmek gerekir. Ancak bu hususlar bilindikten sonra, dinleme meselesi tam olarak açıklığa kavuşmuş olur; faydalısı zararlısından, hakkı batıldan, övüleni yerileninden ayırdedilmiş olur.
İşitilen şey üç türlüdür:
Birincisi, Allah'ın sevip razı olduğu, onu dinlemeyi kullarına emrettiği, onu dinleyenleri övüp onlardan razı olduğu şeylerdir.
İkincisi, Allah'ın buğzedip hoşlanmadığı, kendisinden nehyettiği, uzak duranları da övdüğü şeylerdir.
Üçüncüsü ise, mubah kılıp izin verdiği, ne sevip, ne de buğzettiği; o tür şeyleri işitenleri ne övdüğü, ne de yerdiği şeylerdir.
Bu tür işitilen şeylerin hükmü aslında mubah olan diğer görülen, koklanan, tadılan ve giyilen şeylerin hükmü gibidir. Ki; bu türdeki işitenlere haramdır dese Allah hakkında bilgisizce laf etmiş, O'nun helal kıldığını haram kılmış olur. Kim böyle bir şeyi yapmayı dinî bir esas ve kendisiyle Allah'a yaklaşılan bir ibadet olarak kabul ederse bu da Allah adına yalan söylemiş. O'nun izin vermediği bir din ortaya koymuş ve müşriklere benzemiş olur.
Yukarıda zikrettiklerimizden birinci türe giren şeyleri dinlemek Allah'ın kitabında övdüğü, kendisini emredip işleyenleri medhettiği, yüz çevirenleri ise, zem ve lanet ettiği onları hayvanlardan daha aşağı gördüğü, cehennem halkının:
"eğer biz (onların sözlerini) dinleseydik, yahut düşünüp anlasaydık şu çılgın ateş halkı arasında bulunmazdık" (Mülk, 10) diyeceklerini haber verdiği fiillerdir.
Bu tür dinleme, Allah'ın peygamberine indirdiği ayetleri dinlemedir. Bu tür dinleme, imanın kendisinin üzerine bina edildiği esastır.
Bu tür dinleme, ayrıca üçe ayrılır:
1 - İdrak manasına gelen kulakla dinlemek,
2 - Anlamak ve düşünme dinlemesi ve
3 - Anlama icabet ve kabul etme dinlemeleri.
Bunların üçü de Kur'an-ı Kerim'de geçmektedir.
1 - İdrak manasına gelen dinleme mümin cinlerden bahseden:
"Biz harikulade bir Kur'an dinledik" (Cin, 1),
"Ey kavmimiz dediler, biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan, hakka ve doğru yola götüren bir kitap dinledik" (Ahkaf, 30) mealindeki ayetlerde söz konusu edilmiştir. Buradaki dinleme kendisiyle birlikte iman ve icabetin de söz konusu olduğu bir idrak dinlemesidir.
2 - Sadece anlama manasına gelen dinleme:
"Sen ne ölülere, ne de arkalarını dönüp giden sağırlara çağrını işittiremezsin" (Rum, 52) ve
"Allah dilediğine işittirir; yoksa sen kabirlerde bulununanlara işittirecek değilsin" (Fatır,22) mealindeki ayetlerde zikredilen ve İslamı kabulden yüz çeviren gaflet ehlinin yapmadığı belirtilen dinlemedir.
Bu ayetlerde İslam'ı kabule yanaşmayan kimselerden kaldırılan işitme, anlama manasına gelen işitmedir. Aksi halde, teklife mesned olan genel manadaki işitme, onlar için de söz konusu idi. Keza :
"Allah onlarda bir iyilik olduğunu bilseydi, elbette onlara işittirirdi, onlara işittirseydi de yine yüz çevirerek dönerlerdi" (Enfal, 23) mealindeki ayette zikredilen işitme de bu manadadır.
Yani, "Allah o kafirlerin kabul ve boyun eğeceklerini bilseydi, onlara anlamayı nasib ederdi" demektir.
Halbuki onlar idrak tarzında da işitmişlerdir.
"Onlara işittirseydi de yine yüz çevirerek dönerlerdi." Yani "Onlar, boyun eğemez, ondan yararlanmazlardı. Çünkü onların kalplerinde o anladıkları şeyden yararlanmalarına mani olan yüz çevirme ve geri durma sebepleri mevcut idi" demektir.
3 - Kabul ve icabet etmek manasına gelen işitmek ise Allah'ın mümin kullarının sözlerini nakleden şu ayette geçmiştir:
"İşittik ve itaat ettik." (Nur, 51)
Çünkü buradaki işitme, itaat neticesi veren kabul ve icabet etme manasındaki işitmedir.
Aslında müminlere izafe edilen bu işitme, işitmenin üç türünü de ihtiva eder. Çünkü müminler :
1 - Hakkı hem kulaklarıyla işitip idrak ettiklerini,
2 - Hem onu anladıklarını / kavradıklarını ve
3 - Hem de ona icabet ettiklerini haber vermişlerdir.
Keza, "İçinizde de onları dinleyenler vardı" (Tevbe, 47) mealindeki ayet-i kerimenin manası da "içinizde onların sözlerini kabul eden, onlara icabet edenler vardı" demektir. Bu ayetin tefsiri babında ileri sürülen iki görüşün en sahih olanı budur.
Bazıları bu ayette geçen "dinleyenler" kelimesini "casuslar" olarak tefsir etmişlerse de bu görüş zayıftır. Çünkü Cenab-ı Allah bu ayette münafıkların savaşa çıkmaktan geri durmalarının hikmetini haber vermektedir. Yani:
"Onların sizinle birlikte savaşa çıkmaları zaaf bozgun ve askerler arasında fitne çıkmasına sebep olurdu. Nitekim askerler arasında onların sözlerini kabul edip onlara icabet edenlerde vardı. Dolayısıyla, onların görüşlerini kabul etme hatasına düşmemeniz için, onların savaşa çıkmaktan alıkonulmuş olmaları, sizin için ilahi bir lütuf ve rahmet olmuştur..." demektir.
Aksi halde, münafıkların İslam ordusu içinde casuslarının bulunmasının, onların savaştan geri durmalarının hikmetini anlatmak ile hiçbir ilgisi olmaz. Onların casuslarının onlardan biri olduklarında şüphe yoktur. Cenab-ı Allah, ordu içinde bozgun ve fitne çıkarmam alan için, münafıkları savaşa çıkmaktan alıkoyduklarını haber veriyor. Bu fitne ve bozgunun münafıklarla birlikte onların casuslarının da engellemesiyle önlenebileceği de muhakkaktır.
Ayrıca, Arap dilinde öteden beri casusluk "göz" kelimesiyle ifade edilegelmiştir. Arapların casusa "dinleyen" kimse dediği işitilmiş değildir.
Bu kelimenin bir benzeri Yahudiler hakkındaki "Yalan dinlerler, haram yerler" (Maide, 42) mealindeki ayette de geçmektedir. Nitekim bu kelime bu ayette de "yalanı kabul edenler" manasına gelmektedir.
Özetle Allah'a yakın olan hassu'l- havassın dinlemesi her üç manayı içine alan; idrak, anlama, düşünce ve icabet tarzında olan bir şekilde Kur'an'ı dinlemektir. Allah Teala'nın Kur'an'da övdüğü ve dostlarına emrettiği bütün dinlemeler işte bunlardır. Bu dinleme şiir değil ayetleri, şeytanın mizmarlarını değil Kur'an'ı, şairlerin gazellerini değil yer ve göklerin sahibi oları Allah'ın kelamını, kasideleri değil mürşidleri, şarkıcı ve türkücüleri değil peygamberlerin sözlerini dinlemektir.
Bu dinleme kalpleri "Allamü'l- guyub" (gayblan bilen) olan Allah yakın kılar, ruhları sevinç diyarlarına sevk eder, gayreti az olan insanları en yüce makamlara, en yüksek derecelere doğru harekete geçirir. Bu dinleme imana çağıran bir çağırıcı, kafileyi cennet yolunda yürüten bir rehber, akşam sabah kalplere Allah tarafından "hayyeal elfelah= haydin felaha" diye çağrıda bulunan bir davetçidir.
Bu dinlemeyi seçen kimse ne bir delil bulmayı, ne bir ibret görmeyi, ne marifeti hatırlamayı, ne ayeti düşünmeyi, ne olgunluğa ermeyi, ne dalaleti reddetmeyi, sapıklıktan sakınmayı, körlüğü görmeyi, ne maslahat işlemeyi, ne zarar ve bozgundan uzak kalmayı, ne bir nuru görüp zulmetten çıkmayı, ne nefsani arzulardan kaçınma'yı, ne takvaya koşmayı kaçırır; ne basiret açıklığı, ne kalp hayatı, ne bir gıda, deva, şifa, korunma ve kurtulma, ne şüphenin kalması, ne delilin açık olması, ne hakkın hak bilinmesi ve ne de batılın batıl bilinmesini ihmal eder.
Şiir ve gazel dinleme konusunda zevk ehli ne derse desin, Kur'an'ı bir hidayet, şifa, nur ve hayat olarak indirmiş olan Allah adına onlara and veriyoruz:
Acaba o ilahi özellikteki şeyleri dinlemekle elde edilen şeylerin bir kısmını dahi olsa, çalgıcıları ve şarkı, türkü sanatçılarını dinlemede bulabiliyorlar mı?
Allah sevgisiyle vatan sevgisinin, ilim, irfan, mal mülk, kadın ve çocuk sevgisinin birleştikleri mutlak sevgiyi besleyen müziklere gelince, onlar harhangi birşeyi arzu eden, seven kalbe, elinde olan şeyi mutluluk verici, elinden çıkanı ise acı verici bir hale getirir, aşk ve şevkini arttırır.
Mahbubu ne olursa olsun, kalbinde bulunan sevgi, arzu ve vecde göre sahibini harekete getirir. Onun içindir ki, böyleleri dinlerken daima zevk, vecd ve ağıt halinde görülürler.
Acaba musiki ve ölçülü sesleri dinlemekle hangi iman, hangi nur, basiret, hangi hidayet ve marifet elde edilebilir?
O müzik ve ölçülü seslerin büyük bir çoğunluğu Allah ve Rasulünün buğzettikleri haram olan ve gayr-ı meşru bir şekilde bir kadın veya erkeği medhetme veya gazel türünden olduğu için uhrevi azab gerektiren şeylerdir.
Gerçek şudur ki, gazel ve bir kadın veya bir erkeği övme türündeki şarkıların çoğu haramdır. Çünkü bir şairin kendi karısı, cariyesi veya çocuğunun anası hakkında bir gazel veya medhiye söylemesi son derece nadir olan bir haldir. Böyle bir şey vaki olsa da herhalde siyah bir dananın derisindeki beyaz bir kıl oranında bulunur. Binaenaleyh, en basit bir basiret ve kalbinde hayat olan bir kimsenin Allah'ın buğzettiği, söyleyene ve ona razı olana gazaplandığı bir şeyle lezzet olarak Allah'a yaklaşması, imanının ve Allah'tan yakınlığın O'nun katındaki değerinin artması asla mümkün değildir. Böyle bir insan, bu tür bir şeyi dinlemenin kalbi için Kur'an,faydalı ilim ve peygamberinin hadisini dinlemekten daha yararlı olduğunu nasıl düşünebilir?
Maalesef bu kalp kararmış, aldatılmış, hastalanmıştır. Onun için Kur'an'ı hakikat kabul etmeye, onun manalarını tatmaya ve inceliklerini görmeye müsait değildir. Bu sebepledir ki, Taberani'nin Mücemii'nde ve diğer bazı alimlerin merfu ve mevkuf olarak rivayet ettikleri şu hadiste ifade edildiği gibi Allah onu şeytanın Kur'anıyla imtihan etmiştir:
"Şeytan! Ya Rabbi, bana bir Kur'an ver, dedi. Allah şöyle buyurdu:
Senin Kur'an'ın (okuma aracın) şiirdir.
Şeytan! Ya rabbi, bana bir yazı ver, dedi.
Allah senin yazın vücuda yapılan döğmedir, buyurdu.
Şeytan, bana bir müezzin ver dedi.
Allah, senin müezzinin mizmar (çalgı) dır, buyurdu.
Şeytan, bana bir ev ver, dedi.
Allah, senin evin hamamlardır, buyurdu.
Şeytan, bana bir tuzak ver, dedi.
Allah, senin tuzağın kadınlardır, buyurdu.
Şeytan, bana bir yemek ver, dedi.
Allah, senin yemeğin, üzerine benim ismim zikrolunmayan yemektir, buyurdu." (Taberani, Mu'cem-i Kebir)
Allah daha iyi bilir.