الخوف على النفس من وقوع الشرك

مقالات البطاقة التعريفية
العنوان: الخوف على النفس من وقوع الشرك
اللغة: تركي
تأريخ الإضافة: 2007-12-27
الرابط المختصر: http://IslamHouse.com/69825
:: هذا العنوان مصنف موضوعياً ضمن التصانيف الآتية ::
- هذه البطاقة مترجمة باللغات التالية: تركي - تايلندي - مليالم - بنغالي - بوسني
نبذة موسعة

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasını ise dilediğine bağışlar." (Nisa: 4/48-116)

İbni Kesir (r.h.) der ki:

"Kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz." kavli, Allah (c.c.) müşrik olarak huzuruna gelen bir kulunu bağışlamaz demektir. Bunun dışandakileri ise bağışlar."

Bu ayetten de anlaşıldığı gibi, günahların en büyüğü şirktir. Allah (c.c.) bize, tevbe edilmediği takdirde şirki asla bağışlamayacağını, bunun dışındaki günahları ise dilediği kimseler için bağışlayacağını bildirmiştir. Yüce Allah (c.c.) günahkar olarak huzuruna geleni dilerse bağışlar, dilerse ona azap eder. Allah'ın (c.c.) şirki affetmemesi, müslümanların şirk işlemekten korkmaları ve şirke düşmekten şiddetle sakınmaları gerektiğini göstermektedir. Çünkü şirk en çirkin eylem, Allah'ın (c.c.) bağışlamadığı bir günah ve zulümlerin en büyüğüdür.

Şirk;

- Alemlerin Rabbi olan Allah'ı (c.c.) -haşa- eksik tanımak,

- Yalnız Allah'a (c.c.) ait olan bir hak ya da yetkiyi başkasına vermek ve

- Allah'ın (c.c.) gösterdiği yoldan başka bir yola sapmaktır.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"... Böyle olmasına rağmen o küfrdenler, yine de başkalarım Rablerine denk tutuyorlar." (En'am: 6/1)

Şirk;
- Hem yaratma hem de emretme konusunda Allah'a (c.c.) ortak koşmaktır.
- Allah'a (c.c.) karşı büyük bir inatçılıktır ve itaat konusunda büyüklenmektir.
- O'na boyun eğmemek,
- O'nun emirlerinin gereğini yerine getirmemektir.
Oysa ki dünyanın düzene kavuşması Allah'ın (c.c.) emirlerine bağlanmakla mümkündür.
Nitekim Rasulullah (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur:
"Yeryüzünde Allah diyen bir kimse kalmayıncaya kadar Kıyamet kopmaz." (Müslim İman: 99, Tirmizi Fiten: 35)

Şirk;
- Yaratılanı yaratana benzetmektir.
Yaratılanı, fayda ve zarar verme ya da ihsan etme veya etmeme gibi yaratana ait özelliklerle donatıp, yaratana ortak kılmaktır.
Halbuki Allah (c.c.) dua, korkma, ümit etme, tevekkül etme ve bunun gibi bütün ibadet türlerinin sadece kendisine yapılmasını istemektedir. Kim, bu sayılanlardan bir tanesini dahi yaratılmışlardan birine yaparsa o varlığı, yaratıcı olan Allah'a (c.c.) benzetmiş, kendisine bile zarar ya da yarar sağlama gücüne sahip olmayan, öldürme, yaşatma ve diriltmeye gücü yetmeyen bir kimseyi, Allah'a (c.c.) ortak koşmuş olur.
Hamdın tümü Allah (c.c.) içindir. Yaratma O'nun işidir. Mülkün tümü O'nundur. Her iş sonunda O'na döner. Hayrın tümü O'nun elindedir. Tüm işleri idare eden O'dur. Allah'ın (c.c.) dilediği olur, dilemediği ise olmaz. O'na engel olabilecek hiçbir şey yoktur. Eğer O, bir kimseye bir rahmet kapısı açarsa, onu engelleyecek yoktur. Eğer o bir şeyi tutarsa, artık onun önünü hiçbir kimse açamaz. Çünkü O, Aziz ve Hakim olan Allah'tır (c.c).

Şirk koşmak;
- fakir, aciz ve elinden hiçbir iş gelmeyen bir kimsenin, her şeye gücü yeten ve her şeyden müstağni olan Allah'a (c.c.) benzetilmesidir.
İlahlığın özelliklerinden olan kemal sıfatların tümü yalnızca Allah'a (c.c.) mahsustur.
Bütün ibadet çeşitlerinin sadece Allah'a (c.c.) yapılması gerekir. Çünkü yüceltme, korku, dua, ümitvar olma vb. bütün ibadet çeşitlerinin kendisine yapılacağı mutlak surette kemal sıfatlara sahip yegane varlık O'dur. Tevekkül ve tevbe O'na yapılır. Yardım yalnızca O'ndan beklenir. Yalnız O'na karşı boyun eğilir. En çok sevgi duyulan da sadece O'dur.
Bütün bunların sadece Allah'a (c.c.) yapılmasının gerekliliği hem akıl, hem şeriat hem de fıtrat açısından kaçınılmazdır. Yani akıl, şeriat ve fıtrat açısından bu özelliklerin Allah'a (c.c.) has kılınması kullar üzerine vacip, Allah'tan (c.c.) başkasına yapılması ise imkansızdır. Kim bu sayılanlardan birini Allah'tan (c.c.) başkasına yaparsa, onu hiçbir dengi ve benzeri olmayan Allah'a (c.c.) benzetmiş olur. Doğrusu böylesi bir benzetme, benzetmelerin en çirkini ve en batılıdır. İşte bu nedenle Allah'a (c.c.) şirk koşan kimseler bağışlanmazlar. Oysa ki Allah (c.c.) kendi zatına merhameti yazmıştır. Buna rağmen huzuruna şirkle gelenleri bağışlamayacaktır.
İşte İbni Kayyım'ın (r.h.) sözlerinin anlamı da budur.
Ayette, günah işlemeleri sebebiyle müminleri tekfir eden ve:
"Büyük günah işleyen kimseler ebedi cehennemliktir." diyen Haricilere ve büyük günah işleyen kimseyi mümin de kafir de saymayan Mutezile ekolüne reddiye vardır.
" Bunun dışındakileri dilediğine bağışlar."
Bu ayeti "tevbe edeni bağışlar" diye yorumlamak doğru değildir. Çünkü tevbe eden bir kimse zaten bağışlanmıştır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"De ki: "Ey nefislerine zulmedip de aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayıcıdır, merhametlidir." (Zümer: 39/53)
Bu ayetteki hüküm genel ve mutlaktır. Çünkü bu ayette kastedilen kimseler, tevbe eden kimselerdir. Oysa yukarıdaki ayet özeldir ve şarta bağlı değildir. Orada söz konusu olan kimseler, tevbe etmeyenlerdir.
"Müşriklerin Cehennem ateşine girmeleri genel manadadır. Müşrikler oraya girecekler ve orada ebedi olarak kalacaklardır. Bu hususta Yahudi ve Hristiyanlar gibi ehli kitaptan olan kimselerle diğerleri arasında ya da sırf inatçılık edip küfürde direnenlerle ötekiler arasında bir fark yoktur.
Allah'a (c.c.) şirk koşmadan ölen kimsenin Cennete gireceği kesindir. Ancak bu kimse büyük günah işleyerek bunda ısrar etmiş ve bu hal üzere ölmüşse, Allah (c.c.) dilerse kendisini bağışlayıp Cennete koyar, dilerse önce azap eder ve sonra Cennete koyar."
Ben de derim ki:
"Bu, Ehl-i Sünnet'in görüşüdür. Çünkü Allah (c.c), müşrik olanları bağışlamayacağını ve onların ebedi cehennemlik olduklarını kesinlikle bildirmiş ve bunun için herhangi bir sınırlandırma getirmemiştir. Daha sonra ayette:
"Bunun dışında kalanlara dilediklerini bağışlar" buyurarak özelleştirme yaparak şirkin dışındakileri bundan ayırmıştır. Çünkü şirkten kurtuluş yoktur. Kişi ölmeden önce tevbe etmedikçe şirkten asla kurtulamaz."
"İbrahim şöyle demişti: "Rabbim! Bu şehri güvenli kıl. Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut." (İbrahim: 14/35)
Bu ayet şu anlamdadır:
"Beni ve oğullarımı putlara tapanlar olmaktan uzak kıl, bizimle onların arasını uzaklaştır."
Allah (c.c.) halili İbrahim'in (a.s.) duasını kabul etmiş ve onları putlara ibadet etmekten uzak tutmuştur.
Halil kelimesi muhabbet kelimesinden daha özeldir. Bunun için Allah (c.c.) bunu iki halile -İbrahim (a.s.) ile Muhammed'e (s.a.v.)- tahsis etmiştir.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Eğer bir kimseyi halil (dost) edinseydim, kesinlikle Ebu Bekir'i halil edinirdim. Allah beni kendisine halil edindi."  (Buhari Ashabın Faziletleri: 4)
Vesen, Sanem
Taberi'nin Mücahid'den naklettiğine göre, ayette geçen "esnam" kelimesi, "sanem" kelimesinin çoğuludur.
Sanem; yontularak ve şekil verilerek yapılan put demektir.
Vesen ise; herhangi bir şekilde ortaya konan bir put anlamındadır.
İbrahim (a.s.) kavmine şöyle demişti:
"Ey putperestler! Siz Allah'ı bırakıp, sadece birtakım putlara tapıyor ve aslı olmayan sözler uyduruyorsunuz. Allah'tan başka taptıklarınızın size rızık vermeye güçleri yetmez. Artık rızkı Allah katında arayın. O'na ibadet edin ve O'na şükredin. Siz O'na şükredin. Siz O'na döneceksiniz." (Ankebut: 29/17)
Kimi zaman saneme "vesen" adı da verilmiştir. Çünkü ayette "evsan" ifadesi geçmektedir. Ancak, putlar için vesen kelimesi sanem kelimesine göre daha genel anlamda kullanılmaktadır. Bu görüş daha güçlüdür. Bunun için esnam "evsan" dır. Nitekim bu anlamda kabirler de evsan olarak kabul edilmiştir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Rabbim! Onlar (putlar) insanlardan bir çoğunu saptırdılar. Artık kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse (onun yaptıklarına karşı) şüphesiz ki Sen çok bağışlayan ve çok merhamet edensin." (İbrahim: 14/36)
Bu her dönemde olabilecek bir durumdur. Halkın çoğu putlara taparak sapıtırlar ve böylece Allah'ın (c.c.) bağışlaması dışında kalırlar. Gerçekten böyle bir durumdan korkmak ve sakınmak gerekir.
İbrahim et-Teymi diyor ki:
"İbrahim'den (a.s.) sonra kim beladan (imtihandan) güvende olabilir ki?" (İbni Cerir, İbni Ebu Hatim)
Kimse kendisini şirke düşme tehlikesinden emin göremez. Ancak bu konuda ilmi olanlar, Allah'a (c.c.) bağlılıklarında samimi ve ihlaslı olanlar ve tevhid gerçeğini gereği gibi kavrayanlar, (Allah'ın izniyle) böyle bir şirke düşmekten kurtulabilirler.
"Allah'ın tek bir ümmet kıldığı ve haniflerin imamı olan İbrahim (a.s.), Allah (c.c.) tarafından birtakım kelimelerle imtihan edilmiş ve onları tamamlamıştı. Bunun için İbrahim (a.s.) hakkında şöyle buyrulmuştur:
"... ve Allah'a verdiği sözü yerine getiren İbrahim." (Necm: 53/37)
Allah (c.c), İbrahim'e (a.s.) oğlunu kesmesini emretmiş, o da Rabbinin emrine sarılmıştı. Putları kırıp parçalamış, müşriklere karşı çok şiddetli bir tavır sergilemişti. Yine de 'şirke düşerim' diye çok korkardı. Çünkü şirke düşmek; putlara ibadet etmek, putlara kul-köle olmaktır. O, Allah'tan (c.c.) başkasına ibadet edilmeyeceğini gayet iyi biliyordu. Bu da Allah'ın (c.c.) hidayet etmesine bağlıdır. Böyle bir şeyi başarmak kişinin kendi güç ve kuvveti dahilinde değildir.
Şirk öyle bir şeydir ki, hiç kimse bu açıdan kendisinden emin olamaz. Nice keskin zekalılar bile bundan kurtulamamışlardır.
İnsanlar bir çok putlar edindiler ve onlara tapınır oldular. İbrahim Halil'in (a.s.) kendisi ve oğulları adına duyduğu en büyük endişe bu idi. Ne acıdır ki, o altın çağdan sonra ümmetin çoğunluğu şirke düştü. Bir çok kabirler yaparak onlara ibadeti din haline getirdiler. Bu kabirler evsan ve esnam türünden putlar ve tapınaklar haline getirildi, Nuh kavminin putları ve Lat, Uzza, Menat gibi Araplara ait putlar gibi oldu. Bu toplumun hali putperest Araplarla diğer putperest toplumlara ne kadar da benziyor. Bunlar en çok da Uluhiyyet konusunda şirke düşüyorlar.
İbrahim Halil (a.s.),kendisi ve çocukları için ciddi bir şekilde endişe duymasına sebep olan şeyi şöyle zikretmektedir:
"İbrahim şöyle demişti: "Rabbiml Bu şehri güvenli kıl. Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut." (İbrahim: 14/35)
Çünkü insanlar hak yoldan sapmışlar ve putperest olmuşlardı. İnsanlar ne zaman Kur'an üzerinde düşünülürse, halkın durumunu ve içine düştüğü bu büyük şirki kavrarlar. Bütün rasullerin gönderiliş gayesi de insanları bu şirkten sakındırmak, böyle bir şirke düşenleri ilahi azap ile tehdit edip uyarmak ve tevhid ehli olan kimseler için de büyük bir sevabın söz konusu olduğunu herkese haber vermektir.
Kur'an'a sırt çevirenler helak olup gitmişlerdir. Allah'ın (c.c.) emrettiklerini yapmayan ve yasakladıklarından kaçınmayanlar Allah (c.c.) tarafından gereken cezaya çarptırılmışlardır.
Allah'tan (c.c), huzuruna tevhid ile çıkmayı, İslam'da sebatı ve doğru istikamet üzere olmayı isteriz. Buna gücü yeten sadece O'dur. Çünkü güç, kuvvet ve kudret sadece yüce ve azamet sahibi olan Allah'ındır (c.c).
Allah (c.c), İsa'nın (a.s.) şöyle diyeceğini haber vermiştir:
"Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır. Yok eğer onları bağışlarsan, elbette güçlü ve hüküm sahibi olansın." (Maide: 5/118)
Tıpkı Rasulullah'ın (s.a.v.), kavminin durumunu Allah'a (c.c.) havale etmesi gibi...
Allah (c.c.) müşriklerin bağışlanmayacağını ve bu konuda hiçbir tartışmanın geçerli olmadığını:
"Ona ne önünden ne de ardından hiçbir batıl girmez. O, hikmet sahibi ve hamd layık olan Allah tarafından indirilmiştir." (Fussilet: 41/42) buyurduğu kitabında bize bildirmiştir.
Bir çok insan, kendilerine "veli" denen insanlardan oluşan dört kutup ve bunların başında da kendisine "Gavs" denilen başka bir kutup sayesinde dünyanın tüm işlerinin idare edildiğine; öldürme, diriltme, fayda ve zarar verme, rızıklandırma gibi Allah'a (c.c.) ait en belirgin hak, yetki ve özelliklerin bunların tasarrufunda olduğuna inanmaktadır.
Bu sapık inançlara, Şa'rani'nin kitaplarında, Şeyh Debbağ'ın "el-İbriz" inde, Ticaniye tarikatına ait kitaplarda ve diğer saptırıcıların kitaplarında çokça rastlamak mümkündür. Bu kitaplarda Ebu Cehil ve onun gibilerinin bile aklına gelemeyecek çeşitli şirkler bulunmaktadır. Zira Ebu Cehil ve onun gibilerin facirlikleri bile bu kadar değildi.

Gizli Şirk
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
" Sizin için en çok korktuğum şey küçük şirktir."
" Küçük şirk nedir?" diye sordular.
" Riyadır." buyurdu.
Allah (c.c), insanları hesaba çekeceği ve onları amellerine göre ödüllendirip cezalandıracağı gün şöyle buyurur:
"Dünyadayken kendilerine gösteriş yaptığınız kimselere gidin bakın, onların katında bir ceza veya mükafat bulacak mısınız?" (Yazarın şirkle ilgili olarak kısaca sunduğu ve kaynağını belirtmediği bu hadis: Ahmed, Taberani ve Beyhaki'den rivayet edilmiştir. Hadisin lafzı Ahmed'e aittir. Münziri diyor ki: "Mahmud b. Lebid Rasulullah'ı fe.a.v.) görmüştür. Hadisi O'ndan duyduğu ise kanaatince sahih değildir." İbni Ebu Hatim  Buhari'nin şöyle dediğini zikretmiştir: "Onun sohbeti (sahabiliği) olmuştur. İbni Abdilberr ile Hafız (İbni Hacer) da bunu tercih etmişlerdir. Sahih isnatlarla Taberani Mahmud b. Lebid'den o da Rafi b. Hadic'den rivayet etmiştir. Mahmud, (H. 96 veya 97 / M. 714 veya 715) yılında 99 yaşında vefat etmiştir)
"Sizin için en çok korktuğum şey..."
Bu sözle Rasulullah'ın (s.a.v.) ümmetine merhameti, şefkati ve acıması belirtilmiştir. Rasulullah (s.a.v.) nerde bir hayır varsa onu ümmetine göstermiş ve emretmiştir. Nerde bir şer ve kötülük varsa, onu da ümmetine haber vermiş, açıklamış ve ondan sakındırmıştır.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın gönderdiği her rasulün ümmetin hayrı göstermesi ve onlara bilmeleri gereken iyiliği öğretmesi bir haktır." (Hadisi bu lafızla mevcut kaynaklarda bulamadım)
Güçlü imanlarına ve ilimlerine rağmen ashap gizli şirke düşmekten hayli endişe duyuyorlardı. O halde ilim ve imanca onlardan oldukça geride olanların, özellikle de günümüz alimlerinin (!) bundan çok daha fazla korkup, endişe duymaları gerekir.
Çünkü bunlar "La ilahe illallah" kelimesinin Allah'tan (c.c.) başka tüm ilahları, putları ve tağutları reddetmek anlamına geldiğini bile bilmiyorlar.
"Rasulullah (s.a.v.) ibadette Allah'ı (c.c.) birlemelerine, yalnız O'na yönelmelerine, Allah'a (c.c.) gereği gibi itaat etmelerine ve kafirlerle cihat etmelerine rağmen ashabı adına bu kadar endişe duyuyorsa, ilim ve amelce onlardan çok daha gerilerde olan kimseler nasıl endişe etmezler? Şirke düşmekten nasıl emin olabilirler? Oysa ki ashap, Rasulullah'ın (s.a.v.) kendilerini neye davet ettiğini biliyorlardı. İhlasın, şirkten ve müşriklerden uzak kalmanın ne anlama geldiğinin farkındaydılar. Buna rağmen her bakımdan onlardan çok gerilerde olan kimseler neden hiçbir endişe duymuyorlar?
Rasulullah'ın (s.a.v.) ümmetinden büyük şirke düşenler olacaktır.
Sevban'ın (r.a.) rivayet ettiği hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Nihayet ümmetimden bazı kabileler müşriklere katılacaklardır. Hatta ümmetimden kimi topluluklar putlara tapacaklardır." (Ebu Davud Fiten: 1, Tirmizi Fiten: 9, Ahmed: 4/123, 5/278, 284)
Rasulullah'ın (s.a.v.) haber verdiği şey gerçekleşmiş ve bu bela tüm İslam beldelerini sarmıştır. Muhkem ayetlere, yasaklama ve tehdit ifade eden şer'i nasslara rağmen, şirk özelliği taşıyan eylemler din edinilmiştir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Andolsun ki, 'Allah ancak Meryemoğiu Mesih'tir.' diyenler kafir oldular. Oysa Mesih: 'Ey İsrailoğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin; kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah ona Cenneti haram eder, varacağı yer ateştir, zulmedenlerin yardımcıları yoktur.' dedi." (Maide: 5/72)
"... Kim Allah'ın yasaklarına saygı gösterirse bu Rabbi katında kendi iyiliğinedir. (Haram olduğu) Size bildirilenlerden başka hayvanlar size helal kılınmıştır. Pis putlardan ve yalan sözden sakının. Allah'a yönelin ve O'na ortak koşmayın. Allah'a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgarın savurarak bir uçuruma attığı şeye benzer." (Hacc: 22/30-31)
Eğer bu ayetler kişinin gözünü açmamış ve kendisini şirk koşmaktan uzaklaştırmamışsa, bundan sonra o kimse için yapılacak bir şey yoktur.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Şirk, karıncanın kıpırtısından daha gizlidir."
Ebu Bekir (r.a.):
"Ey Allah'ın Rasulü! Şirk, Allah'tan (c.c.) başkasına ibadet etmek ve Allah (c.c.) ile birlikte başkasını çağırmak değil midir?" diye sordu.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Anası kendisini kaybedesi! Sizin içinizde şirk, karıncanın hareketinden daha sessizdir."
Hadiste şu da yer almaktadır:
"Senin 'Allah ve falanca bana verdi' demen de buna dahildir. Nidd; insanın "Eğer falan kimse olmasaydı, filan kimse beni öldürürdü" demesidir." (Hadisi bu lafızla mevcut kaynaklarda bulamadım)
İbni Mesud'dan (r.a.) rivayet edilmiştir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Kim Allah'a şirk koşarak ölürse Cehenneme girer."  (Buhari Eyman: 19, Tefsir: 2/22, Ahmed: 1/27, 402, 462-464)
Kurratü'l-Uyun'da deniliyor ki:
"Bu hadiste şirkten korkutma hükmü yer almaktadır. Nidd; denk, eş, benzer demektir. Kim bir ölüyü veya uzakta olan birilerini (gaibi) çağırır, ondan ümitvar olur, ondan korkar ve ondan istekte bulunursa bu, Allah'ın (c.c.) asla bağışlamayacağı bir şirktir."
Allah (c.c.) bunların şefaatçi edinilmesini haram kılmış ve bunu yapanları da şiddetle uyarmıştır. Çünkü bu ihlasa aykırıdır.
İhlas, kulun korkup endişe ettiği her şeyde yüzü ve gönlüyle Allah'a (c.c.) yönelmesi, O'ndan ümitvar olması, O'nunla yakınlık temin etmeyi beklemesi ve bunu din edinmesidir.
Bilinen bir gerçektir ki, kişi şefaatçiye yönelince ondan ister, böylece yüzünü ve kalbini Allah'tan (c.c.) başkasına çevirir, bu ise ihlasa aykırıdır. Bu konuda daha ayrıntılı açıklama şefaat bölümünde gelecektir.
"Nidd; şebih yani benzer anlamındadır. 'Falan kişi filan kişinin niddidir.' denilince filan kişinin misli, dengi ve benzeri kastedilir. Çoğulu "endat" tır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"O, sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina kıldı. Gökten yağmur indirerek bununla sizin için ürünler çıkardı. Öyleyse bile bile Allah'a eşler koşmayın." (Bakara: 2/21)
"Kim Allah'a şirk koşarak ölürse" sözü ile ibadette Allah'a (c.c.) eş ve denk tutmak kastedilmiştir. Dolayısıyla kişi denk tuttuğu şeye dua eder ve ondan medet bekler de, sonunda Cehenneme girer.
Nidd (denk ve eş tutma) iki çeşittir:
1.  İbadet çeşitlerinin hepsinde veya bir kısmında Allah (c.c.)'ya eş ve denk tutmak. İşte bu büyük şirktir.
2.  Küçük şirk türünden olanlar:
Mesela; "Allah ve sen istersen, Allah ve sen olmasaydın" türünden sözler ve basit dahi olsa gösteriş.
Adamın biri Rasulullah'a (s.a.v.):
"Allah (c.c.) ve sen dilersen..." deyince, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Sen benî Allah'a denk mi tutuyorsun? Öyle deme, sadece Allah dilerse de." (İbn Mace Keffaret: 2, 13, Nesai Amelü'l-Yevm ve'l-leyl: 988, Buhari Edebü'l-müfred: 787, Ahmed: 1/214, 247, 283. Elbani Ehadisü's-sahiha: 139)
Hadiste, Allah'tan (c.c.) başkasını çağırmanın ve ona dua etmenin şirk olduğu bildirilmiştir. Mesela, ölülerden şefaat beklemek gibi. Şefaat, yalnızca Allah'ın (c.c.) elinde olan bir husustur. Bu hususta başkasının elinde hiçbir şey yoktur.
Allah (c.c), tevhid ehlinden olup ihlas üzere ölen kimselerden büyük günah işleyenler için şefaat edilmesine izin verecektir. Şefaat bölümünde bu konu ayrıntılı olarak anlatılmıştır.
Cabir (r.a.)'den Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Kim, hiçbir şeyi şirk koşmadığı halde Allah'a kavuşursa Cennete girer. Kim de O'na bir şeyi şirk koşmuş olarak kavuşursa Cehenneme girer." (Buhari Cenaiz: 9, Müslim İman: 150-153, Tirmizi İman: 18)
Kurtubi der ki:
"Ne yaratmada ne de ibadette Allah'a (c.c.) şirk koşmazsa...
Ehli Sünnet'in üzerinde ittifak ettiği husus şudur:
Bir kimse Allah'a (c.c.) hiçbir şeyi şirk koşmaksızın vefat ederse, daha önce günahları sebebi ile birtakım sıkıntılar ve azap görse de sonunda mutlaka Cennete girecektir. Fakat şirk üzere ölen bir kimse, kesinlikle Cennete giremez ve Allah'ın (c.c.) rahmetine erişemez. Ebedi olarak ateşte kalır, azabı ve cezası sürekli olur."
Nevevi de şöyle der:
"Müşrikler ateşe girecek ve orada ebedi kalacaklardır. Bu hususta Kitap Ehli olan Yahudi ve hristiyanlarla putperest ve kafirler arasında fark yoktur. Bize göre inatçı kafirle, inatçı olmayan kafir arasında da bir ayrım yoktur. Yine İslam'a muhalefet edenle, ona bağlandığı halde sonradan kafir olan kimseler arasında da bir ayrım yoktur. Hepsi de ebedi cehennemliktirler. Ancak Cehennemdeki yerleri ve konumlan farklı olabilir. Çünkü Allah (c.c.) kimseye zerre ağırlığınca zulmetmez.
Allah'a (c.c.) şirk koşmaksızın ölen kimse kesinlikle Cennete girecektir. Böyle biri büyük günah işlemiş ve bu halde ısrarlı iken ölmüş olsa bile, tevhid ehli olarak ölmesi sebebiyle durumu Allah'ın (c.c.) dilemesine kalmıştır. Eğer Allah (c.c.) bağışlarsa, azap görmeden Cennete girer, bağışlamazsa azap görür, sonra Cennete girer."
Bazı alimler de şöyle derler:
"Cennete girmek için sadece şirki reddetmek yeterlidir. Çünkü bu tevhidin gereğidir ve aynı zamanda risaleti kabul etmeyi de içerir. Zira rasulleri inkar eden ve yalanlayan kimse Allah'ı (c.c.) da yalanlamış olur. Allah'ı (c.c.) yalanlayan da müşriktir. Bu şuna benzer:
"Abdest alıp namaz kılan kimsenin namazı sahihtir." demek "Diğer şartlarıyla birlikte abdest şartını da yerine getiren" demektir. Bir kimse imanın tüm gerekleri üzerinde bulunduğu halde -özet anlamdakiler özet, ayrıntılı olanlar da ayrıntılı- ölürse, mümin olması sebebiyle Cennete girer. Yani imanın tadı ve hazzı kalbine yerleşmişse, bunun gereği olan salih amellerin ve iyi ahlakın sahibiyse Cennete girer. Yoksa nice iman iddiası ile ortaya çıkanlar vardır ki, iman taşıdığına dair hiçbir belge yoktur."

Go to the Top