بداية الانحراف عن الدين
Bozulmanın Başlangıcı |
|
|
|
Bu ümmetin içinden bazıları, hatta alim ve dindar olarak bilinen bazı kimseler, yahudilerin niteliklerinden bazı paylar almışlardır. Basiret sahibi olanlar bu gerçeği görebilirler. Allah'ın Rasûlüllah'ın hoşlanmadığı bütün niteliklere bulaşmaktan yine Allah'a sığınırız. Bu böyle olduğu için ilk dönem müslümanları sürekli şekilde çevrelerindekileri bu tehlike konusunda uyarıyorlardı. Nitekim Buharî'nin, Ebu Esved'e (l) dayanarak belirttiğine göre Ebu Musa, Basra'lı Kuran okuyucularına elçi olarak gönderilmişti. Basra'ya varınca yanıma üçyüz Kur'an okuyucusu gelip Kur'an okudu. Ebu Musa bir ara onlara şunları söyledi: “Sizler Basra'nın seçkinleri ve Kur'an okuyucularısınız. Kur'anı sık sık okuyunuz, uzun süre ara verip, kalblerinizin katılaşmasına meydan vermeyiniz. Tıpkı sizden öncekilerin kalblerinin karardığı gibi. Bizler vaktiyle uzunluk ve şiddet bakımından Beraet suresine benzettiğimiz bir sure okuyorduk, fakat şimdi onu unuttum. Yalnız onun şu kadarı aklımda kaldı. -İnsanoğlunun iki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister, onun karnını ancak toprak doldurur. Ayrıca aramızda Sebbaha surelerinden birine benzettiğimiz başka bir sure de okuyorduk. Onu da unuttum, fakat şu kadarı aklımda kaldı: “Ey müminler, yapmadığınız şeyi niye söylersiniz? Bu sözünüz belge olarak boynunuza yazılır da sonra Kıyamet günü ondan sorguya çekilirsiniz.” (Hadisi bu uzunlukta Buhari'de bulamadım. Fakat Müslim, Kitab El-Zekat, Kişi oğlunun iki vadi dolusu altını olsa bir üçüncüsünü ister “Hadisi Babı, H. No: 1050, c. 2, s. 726'da yukarda geçen sözcüklerle kaydediyor. Ancak Buhari, bu hadisin bir bölümünü Abdullah b. Zübeyr, İbn Abbas ve Enes'den naklediyor. Enes'den rivayet ettiği hadisin sözleri şöyle: “Kişi oğlunun iki vadi dolusu malı olsa bir üçüncüyü arar (ister). Kişi oğlunun karnını topraktan başka bir şey doyuramaz (dolduramaz) Allah, tevbe edenlerin tevbesini kabul eder”. Bkz. S. El-Buhari, Kitab El-Rekaik, Mal Fitnesinden Sakınma Babı, H. No: 6436-6437, 6438, 6439,6440, Fethi El-Bârî, c. 11, s. 263.) Görüldüğü gibi sahabilerden Ebu Musa, Basra'lı Kur'an okuyucularını uzun süre Kur'an okumaya ara verip, kalblerinin katılaşması tehlikesi karşısında uyarmaktadır. (Ebu Esved El-Dü'li Ya da Deyli adındaki bu kişinin adı, Zalim b. Amr b. Süfyan b. Adi bin El-Deyl El-Basrî El-Kadî'dir, Ali b. Ebi Talib (Allah ondan razı olsun)'in emriyle Arap dilinin gramer kurallarını (Nahiv ilmi) o koydu. Rasûlüllah'ın zamanında müslüman olduğu söylenir. Cemel olayında Ali'nin yanında savaştı. Onu din, akıl, dil, anlama ve anlatma yeteneğine sahip, zeki ve ileri görüşlü biri olarak nitelerler. Tabiin'nin güvenilir ravilerindendir. H. 69 yılında 85 yaşında iken öldü. Tehzib El-Tehzib, c. 2, s. 10-11 Biy. 52.) Bilindiği gibi “Allah'a verilen sözü bozma, tutmama” kavramı, Allah'ın emir ve yasaklarını çiğneme, Allah'ın kitabındaki kelimelerin yerlerini değiştirme, bu kitabın sözlerini başkalaştırıp yanlış şekilde yorumlama eylemlerini tümü ile içerir. İşte bu konuda ünlü tefsir bilgini Hafız İbn-i Kesir'in, sahabilerden İbn-i Mesud'a dayanarak Hadid suresinin tefsiri sırasında naklettiği şu belgeyi sunuyorum. İbn-i Kesir diyor ki: A'meş'in anlattığına göre Ebu Amile Ferazidedi ki; Abdullah İbn-i Mesud: bir defasında bize öyle bir konuşma yaptı ki, Kur'an ve Peygamberimizin sözlerinden başka bu kadar önemli bir konuşma o güne kadar hiç dinlememiştim. (Ebu Amile Ferazi; Asıl adı, Rebia b. Amile El-Ferazi, El-Kûfî'dir. Tehzib El-Tehzib'de, İbn Hibban, İbn Main, İbn Sa'd ve El-aclî hakkında güvenilirdir diyorlar. Tehzib El-Tehzib, c. 3, s. 449-250 Biy. 476.) İbn-i Mesud şöyle dedi: İsrailoğulları, uzunca bir süre Allah'ın kitabından uzaklaşınca kalbleri katılaştı, arkasından kendi kendilerine gönüllerinin arzu ettiği ve nefislerinin hoşuna giden bir kitab uydurdular. Çünkü, Allah'ın indirdiği gerçekler bir çok arzularına engel oluyordu. Bu yüzden Allah'ın kitabını bilmezlikten gelerek onu arkalarına attılar. Bu işin öncüleri aralarında önce şöyle dediler: “Bu yeni kitabı israiloğullarına sununuz, eğer çağrılarınıza uyarlarsa onları serbest bırakınız, yok eğer size karşı çıkarlarsa onları öldürünüz.” Fakat daha sonra aralarında şöyle söz bağladılar: “Hayır, öyle olmaz. Böyle yapacağımıza falanca tanınmış alime haber salarak bu yeni kitabı ona sununuz. Eğer o alim bu kitabı benimserse, artık hiç kimse size karşı çıkmaz. Fakat eğer o adam size karşı çıkarsa kendisini hemen öldürünüz ki, ondan sonra artık hiç kimse size karşı gelmez.” Bu konuşma üzerine sözünü ettikleri bilgine bir heyetle yeni kitablarını gönderdiler. Olup bitenleri önceden haber alan söz konusu bilgin daha heyet yanına gelmeden eline bir kağıt alarak Allah'ın gerçek kitabını üzerine yazdı ve bu kağıdı bir hayvan boynuzuna yerleştirerek boynuna astı ve elbiselerinin altına sakladı. Bir süre sonra yola çıkmış olan heyet yanına gelerek uydurulan kitabı sundu ve kendisine “Bu kitaba inanıyormusun?” diye sordular. Adam da onlara eli ile göğsüne işaret ederek ve içinden boynuzun içine sakladığı gerçek kitabı kasdederek “Bu kitaba tabii ki, inanıyorum, ona niye inanmayayım?” diye cevap verdi. Bunun üzerine heyet kendisine ilişmedi, onu serbest bıraktılar. Bu bilginin kendisine çok bağlı bir kaç adamı vardı. Bilgin ölünce bunlar mezarını açarak boynunda asılı duran hayvan boynuzunu gördüler. Arkasından da boynuzu açınca içinde saklanan gerçek kitabı buldular. Bu durumu görünce “Demek ki O, -Bu kitaba tabii ki inanıyorum, ona niye inanmayayım?-derken uydurmacıların getirdikleri kitabı değil, bu kitabı kasdetmişti.” dediler. Bu kitab uydurma olayı yüzünden israiloğulları aralarında anlaşmazlığa düşerek yetmiş küsur guruba ayrıldılar. Bu gurupların en iyisi, işte bu boynuzda saklanan gerçek ilahi kitab yüzünden “Zülkarn (boynuzlular)” adını alan guruptur. İçinizden bizden sonra yaşayacak olanlarınız bir takım eğri işler ve kötülükler göreceklerdir. Bu kötülükleri görecek olup da onları elleri ile bilfiil değiştirmeye gücü yetmeyecek olanların kalblerinde bu kötülüklere karşı nefret duyduklarını Allah'ın bilmesi onlar için yeterli bir tepkidir” (Bu olayı Taberi, ünlü Taberi tefsirinin Hadid suresinde geçen 16. ayetin açıklamasında anlatıyor. Hadid, Cüz. 27, s. 132; İbn Kesir de sözel dizgede bazı değişiklikle İbn Mes'ud senediyle Ebi Hatem'den naklediyor. Bkz. Tefsir-i İbn Kesir, c. 6, s. 559-560.) Cenab-ı Allah (c.c.) yukardaki ayetlerin ilkinde söz konusu “kalbleri katılaşanlar”a benzememizi yasakladıktan sonra kendi kafalarından ruhbaniyet (dünyadan el-etek çekip ibadete kapanma) icad edip, sonra da buna gerçek anlamı ile uymayanların durumunu açıklıyor, arkasından da buyruğunu şu ayetlerle noktalıyor: “Ey müminler, Allah'dan korkunuz, Rasulüllah'a itaat ediniz ki, o size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığı altında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi affetsin. Allah af ye merhamet edicidir. Ehl-i kitab bilsinler ki, kendi kendilerine Allah'ın lütfundan bir şey elde etmeye güçleri yetmez. Hiç şüphesiz lütuf ve kerem Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir. ” (Hadid: 28-29) Ayette emredilen “Rasulüllah'a itaat” O'na inanıp söylediklerini yapmak ve getirdiği şeriate uymaktır. Bu görev, “ruhbanlık”tan kaçınmayı da içerir. Çünkü o böyle bir prensip getirmedi, tersine bunu yasakladı. Ayrıca bu ayetlerde Peygamberimize uyan kitab ehlinin cevabının iki kat olacağı da bildiriliyor. Bu konuda İbn-i Ömer ve başka sahabiler kanalı ile gelen ve ehl-i kitab ile bizim durumumuzu karşılaştırmalı olarak açıklayan hadisler vardır. Şimdi ruhbanlık konusu ile ilgili bir hadisi gözden geçirelim. Ebu Davud'un, Said b. Abdurrahman'a dayanarak bildirdiğine göre bir gün babası ile birlikte Medine'de sahabilerden Enes b. Malik'i ziyarete gittiler. (Said b. Abdurrahman, b. Ebî El-Amya El-Kenanî, El-Mısri adındaki bu ravi, İbn Hacer'in Takribinde söylediğine göre “Yedinci Kuşaktan, kabul edilir bir ravidir”. Bkz. Takrib El-Tehzib, c. 1, s. 300, biy. 213.) (Sehl b. Ebu Ümame; Asıl adı, Sehl b. Ebi Ümame, Esat b. Sehl, b. Hanif El-Ensarî EL Evsi'dir. İbn Hacer, İbn Main, Adi ve İbn Hibban güvenilir olduğunu naklediyor. İskenderiyede öldü. Bkz. Takrib El-Tehzib, c. 4, s. 246-247, biy. 422.) Enes b. Malik bir ara onlara Peygamberimizin şöyle buyurmuş olduğunu nakletti: “Kendi kendinize görevlerinizi ağırlaştırmayınız, yoksa Allah da size ağır görevler yükler. Çünkü sizden önceki bazı kavimler kendilerine ağır görevler yükledikleri için Allah da onlara ağır görevler yükledi. Şimdi manastırlarda ve kilise köşelerinde gördüğünüz kimseler işte o kavimlerin kalıntılarıdır. Onlar daha önce Allah'ın üzerlerine yazmamış olduğu ruhbanlığı kendiliklerinden uydurmuşlardır.” (Sünen Ebi Davud, Kitab El-Edeb-Hased, Babı, H. No: 4964, c. 5, s. 209-210) Yine ayni hadisin farklı bir rivayet şekline göre bir defasında Sehl b. Ümame babası ile birlikte Medine'de Enes b. Malik'i ziyarete gittiler. O sırada Ömer b. Abdülâziz, Medine emiri idi. (Ömer b. Abdülâziz; Müminlerin emiri ve adaletli bir halife olan Ömer b. Abdulaziz b. Mervan, b. El-Hakim, El-Emevî El-Kuraşi Beşinci Raşid Halife diye anılır. Düzgün kişiliği ve adaletiyle ünlü bu hükümdar h. 61 Medine'de doğdu. Velid. b. Abdulmelik zamanında Medine imareti valiliği yaptı. Daha sonra Şam'da Süleyman b. Abdulmelik'in veziri oldu. Bu hükümdarın ölümü üzerine h. 99 yılında hilafete geçti. Zulmü kaldırdı, insanların başına en hayırlılarını amir etti. Halifelik süresi kısa olmasına rağmen döneminde adaleti, refahı ve güvenliği yaygınlaştırdı.-H. 191'de vefat etti. Bkz. El-Bidaye ve El-Nihaye, c. 9, s. 192-196; Zerkeli, El-Alâm, c. 5, s. 50.) Bir ara Enes b. Malik namaza kalktı. Kıldığı namaz bir yolcu namazı veya buna yakın derecede kısa ve çabuktu. Selâm verince kendisine: “Allah iyiliğini versin, şu kıldığın namaz, farz namazı mı, yoksa nafile mi?” diye sordular. O da bu soruya: “Kıldığım namaz, farz namazı idi ve Peygamberimizin kıldığı gibi bir namazdı” diye karşılık verdikten sonra sözlerine Peygamberimizin şu hadisi ile devam etti: “Kendi kendinize görevlerinizi ağırlaştırmayınız, yoksa Allah da size ağır görevler yükler. Çünkü sizden önceki bazı kavimler kendilerine ağır yükler yükledikleri için Allah da onlara ağır görevler yükledi. Şimdi manastırlarda ve kilise köşelerinde gördüğünüz kimseler işte o kavimlerin kalıntılarıdırlar. Onlar daha önce Allah'ın üzerlerine yazmamış olduğu ruhbanlığı kendiliklerinden uydurmuşlardır.” “Ertesi günü sabahleyin Ömer b. Abdülaziz, Enes b. Malik'e -Birlikte ata binip bir gezintiye çıkalım ve göreceğimiz manzaralardan ibret alalım mı?- diye sordu Enes b. Malikin -evet- demesi üzerine birlikte geziye çıktılar. Bir ara ıssız bir harabe yığını ile karşılaştıklarında Ömer b. Abdülaziz, Enes b. Malik'e -Burası neresi biliyor musun?- diye sordu. Enes de kendisine şu cevabı verdi- “Evet, Peygamberimizin bana burası ve buranın halkı hakkında verdiği bilgiye göre bu yörenin eski yerlileri zulüm ve kıskançlıkları yüzünden Allah tarafından helak edildiler. Kıskançlık iyi amellerin nurunu söndürür zulüm de bu kıskançlığı ya onaylar veya reddeder. Öte yandan hem göz hem el hem ayak hem vücudun tümü ve hem de dil zina işler. Cinsiyet organı bu zina arzularını ya onaylar veya reddeder.” Bu hadisin rivayet zincirinde adı geçen Sehl b. Ebu Ümame, hadis bilgini Yahya b. Main ve başkaları tarafından güvenilir” olarak kabul edilmiş, Müslim'le birlikte diğer kaynaklarda rivayet ettiği hadislere yer verilmiş olan bir kimsedir. Yine bu rivayet zincirinin bir başka halkası olan İbn-i Ebu Amya'ya gelince Beytülmukaddes'li olan bu zat hakkında ayrıntılı bilgim yoktur. Fakat bu hadise kitabında yer veren Ebu Davud'un bu zat hakkında hiç bir şey söylememesi onu iyi gördüğü anlamına gelir. Bu hadiste Peygamberimizin namaz kılma şeklinde “kısa ve çabuk” olarak nitelendirilmiş olması meselesine gelince, Buharî ile Müslim'de yer aldığına göre yine Enes b. Malik bu konuda “Peygamberimiz kısa ve eksiksiz şekilde namaz kılardı” demiştir. (S. Buhâri, Kitab El-Ezan, Namazı Kısaltma, Babı, H. No: 706, Feth El-Bari, c. 2, s. 201; Müslim, Kitab El-Salat, Namazı Tamamlama îçin İmamın Namazı Çabuklaştırması, Babı, H. No: 469, c. 1, 8. 342.) Yine bu sahabinin Buharî ile Müslim'de bu konudaki şu sözlerine yer verilmiştir: “Ömrümde hiç bir imamın arkasında Rasûlüllah'ın arkasındaki kadar kısa ve eksiksiz bir namaz kılmış değilim.” Buharî'nin yer verdiği rivayette fazla olarak şu sözler de vardır; “Peygamberimiz namaz kıldırırken ağlayan bir çocuk sesi duyunca çocuğun anasının kafası karışmasın diye namazı çabuklaştırırdı.” (Bkz. S. Buhari, Kitab El-Ezan, Çocuk ağladığında Namazı Çabuklaştırma, Babı, H. No: 708, Feth El-Bari, c. 1, s. 201-202; S. Müslim, Kitab El-Salat, Namazı tamamlarken imamın namazı hızlandırması, Babı, H. No: 469, c. , s. 342. Müslimin hadisinde şu sözcükler geçiyor: “Rasûlüllah (salât ve selâm üzerine olsun) Namaz kıldırırken, kendisiyle birlikte namaz kılan bir annenin çocuğunun ağlamasını duydu. (Annenin kafası karışmasın diye) namazı erken bitirmek için) hafif bir süre (ya da kısa bir sûre okudu).” Enes b. Malik'in söylediği Peygamberimizin namazı kısa ve çabuk kılması olayı, bazı emirlerle diğer bir kısım imamların yaptıkları Kıyam'a oranladır. Bu kimselerin bazıları Kıyam halini Rasulullah'ın çoğu vakitlerde yaptığından daha fazla uzatırken rüküu; secdeyi ve rükünler arası fasılayı Peygamberimizin çabuklukla yaptığından daha kısa tutarlardı. Hatta denebilir ki namaz kıldıran imamların çoğunluğu veya bir çoğu namazları böyle kılar oldular. Bu arada bu imamlar arasında dört rekâtlı farzların son iki rekâtında zamm-ı sure okuyanlara da rastlanmış. Bu çeşitli uygulamalar fıkıh alimleri arasında zaman zaman farklı mezheplere dönüşmüştür. Öte yandan Hariciler de dini konularda detaylara ve zorluklara dalarak vaktiyle Peygamberimizin böylelerini tanımlarken söylediği şu sözlerin canlı örneği haline geldiler: “İçinizden biri onların namazına göre kendi namazını ve onların orucuna göre kendi orucunu küçümser hale gelecektir.” (Buhari-Müslim ve diğer hadis kitaplarında geçen hadisten bir bölümdür. Bkz. S. Buhari, Kitab El-Menakib, Peygamberlik izleri (alametleri) Babı, H. No: 3610, Feth El-Bari, c. 6, s. 617; S. Müslim, Kitab El-Zekat, Hariciler ve Niteliklerinin Anlatıldığı Bab, H. No: 148, c. 2, s. 744.) Bu yüzden Hz. Ali, Basra'da ilk defa namaz kıldırınca sahabilerden İmran b. Husayn: “Bu namaz bana Peygamberimizin namazlarını hatırlattı” demiştir. (İmran b. Husayn; Sahabi'nin ulularındandır. Adı, İmran b. Husayn b. Ubeyd b. Half El-Huzai El-Ka'bi'dir. Künyesi, Ebu Nüceyd'dir. Hayber'in fethedildiği yıl müslüman oldu ve bir kaç savaşta Rasûlüllah'la birlikte oldu. Ömer b. Hattab, halkına dini bilgiler öğretmesi için onu Basra'ya gönderdi. Abdullah b. Âmir döneminde Basra kadılığına getirildi. Daha sonra bu görevinden istifa ederek ayrıldı. Duası kabul olan biriydi. Müslümanlar arasında kopan fitnelere katılmadı. H. 52'de öldü. Bkz. Esed El-Ğabe, c. 5, s. 137-138.) Peygamberimizin namazı dengeli idi. O kıyam (ayakta durma) ve kuud (oturma) safhalarını kısa tutarken rüku ve secdeleri uzun tutardı. İmran b. Husayn'in, Hz. Ali'nin namazı ile ilgili olarak söylediği yukardaki söz, bu konuda Enes b. Malik'in söylediklerini açıklayıcı ve destekleyici niteliktedir. Nesaî'nin, Attaf b. Halid'e dayanarak bildirdiğine göre Zey d b. Eslem şöyle dedi: “Bir gün Enes b. Malik'i ziyarete gittik. Bize -namaz kılacak mısınız?- diye sordu. Kendisine -evet, kılacağız- diye cevap vermemiz üzerine hizmetçisine dönerek “Ya cariye, çabuk abdest suyumu getir. Çünkü sizin bu imamınızın (Öber b. Abdülaziz'i kasdediyor) namazı kadar Peygamberimizin namazına benzer şekilde namaz kıldıran imama hiç rastlamadım” dedi. Ömer b. Abdülâziz namaz kılarken rükû ve secdeleri uzun tutar, bunun yanında kıyam ve kuud safhalarını kısa tutardı.(Sünen El-Nesaî, Kitab El-İftitah, Namazda Ayakta durmayı ve Kur'an okumayı kısaltma babı, c. 2, s. 166.) (Attaf b. Halid; Adı, Attaf b. Halit, b. abdullah b. El-As El-Mahzumi El-Medeni, Künyesi, Ebu Safvan'dır. Takrib El-Tehzib'de, Yedinci kuşaktan, doğru sözlü bir ravi olduğu söyleniyor. İmamı Malik'den önce öldü. Takrib El-Tehzib, c. 2, s. 24, biy. 212.) (Zeyd b. Eslem El-Advî adındaki bu ravinin babası Ömer b. Hattab'ın yakın dostuydu. İbn Hacer, “Üçüncü kuşaktan ve Mürsel rivayetlerde bulunan, güvenilir bir alimdir.” diyor onun için. 136'da vefat etti. Takrib El-Tehzib, c. 1, s. 272, biy. 157.) Bu hadis sahih bir hadistir. Çünkü bu hadisin rivayet halkalarından birini meydana getiren Attaf b. Halid Mehzumî hakkında hadis bilgini Yahya b. Main bir kaç kere: “O güvenilir bir ravidir” dedi. Ahmed b. Hanbel de onunla ilgili olarak: “O Mekke'li, güvenilir bir şahsiyettir, rivayetleri sahihtir kendisinden yüz kadar hadis rivayet edildi” derken İbn-i Adiy'de ondan sözederken: “O yüze yakın hadis rivayet ediyor. Kendisinden hadis nakleden kimsenin güvenilir olduğu durumlarda onun hiç bir hadisini tereddütle karşılamadım.” diye konuşmuştur. (Takrib El-Tehzib, c. 7, s. 221, 223, Biy. 409, İmamı Ahmed, Medine'li'dir. diyor.) Ebu Davud ile Nesaî'nin, Said b. Cübeyr'e dayanarak bildirdiklerine göre Enes b. Malik ayni konuda şunları söylemiştir: “Şimdiye kadar bu delikanlının (Ömer b. Abdülaziz'i kasdediyor) arkasında kıldığım namaz kadar Peygamberimizin namazına benzeyen bir namaz hiç kılmış değilim.” (Said b. Cübeyr; Adı Said b. Cübeyr b. Hişam El-Esedî El-Kûfi; Künyesi, Ebû Abdullah'tır. Ebu Muhammed olduğu da söylenir. Selefin üçüncü kuşaktan, fıkıhçı, alim salih (düzgün kişilik sahibi) güvenilir, ibadete düşkün, erdemli ver'a ehli (dince şübheli olanlardan kaçınan) imamlarından biridir. Îbn Eş'as'la birlikte Haccac'a (Zalim Haccac) ve Beni Ümeyye kabilesine karşı koydular. Haccac kırallığı elde edince onu öldürdü, (h. 95).) Said b. Cübeyr, bu konudaki sözlerini: “O (yani Ömer b. Abdülâziz) rükua varınca on kere subhanebbiyelâzim ve secdedeyken de on kere subhanerabbiyelalâ diyebiliyorduk” diye bağladı.” (S. Ebi Davud, Kitab El-Salat, Namazda rüku ve secdede kalma süresi, babı, H. No: 888, c. 1, s. 551; Sünen El-Nesaî, Kitab El-İftitah,Secdede denilecek tesbih (Sübhane Rabbiyel Alâ) sayısı babı, c. 2, s. 224-225; Müsned'i Ahmed, c. 3, s. 162-163. Hadisin isnadı konusunda müellifin yukarda verdiği bilgiler yeterlidir.) Yine bu konuda Müslim'in, Sabit'e dayanarak bildirdiğine göre Malik b. Enes şöyle demiştir: “Hiç kimsenin arkasında Peygamberimizin arkasında olduğu kadar veciz ve eksiksiz bir namaz kılmış değilim. Peygamberimizin namazı ölçülü ve dengeli idi. Ebu Bekir'in namazı da ölçülü ve dengeli idi. Hz. Ömer zamanı gelince o sabah namazını uzatmaya başladı. Peygamberimiz -semiallahu limenhamideh derken bize -galiba şaşırdı- dedirtecek kadar ayakta durur ve arkasından secdeye vardıktan sonra iki secde arasında yine -galiba şaşırdı- dememize yol açacak kadar otururdu.” (S. Müslim, Kitab El-Salat, Namaz Tadil-i Erkan Ve Hepisinde Hafif -ne uzun ne kısa- Hareket Etme Babı, H. No: 473, c. 1, s. 344.) Yine aynı konuda Ebu Davud'un, Sabit ve Humeyd'e dayanarak bildirdiğine göre Enes b. Malik şöyle dedi: “Hiç kimsenin arkasında Peygamberimizin arkasında olduğu kadar veciz ve eksiksiz bir namaz kılmış değilim. Peygamberimiz -semiallahu limen hamideh-derken-galiba şaşırdı-dememize yolaçacak kadar bir süre ayakta durur, arkasından tekbir alıp secdeye varırdı. İki secde arasında da -galiba şaşırdı- dememize yol açacak kadar otururdu.” (S. Ebu Davud, Kitab El-Salat, Rükû'den önce (semiallah-ü limen hamiden derken) ayakta durmayı uzatma Babı, H. No: 853, c. 1, s. 532, Ravileri güvenilirdir.) Görüldüğü gibi Enes b. Malik bu sağlam kaynaklı sözlerinde Peygamber Efendimizin namazının hem veciz ve hem de tamam (eksiksiz) olduğunu belirtiyor. Açıkladığına göre onun Peygamberimizin namazının tam (eksiksiz) olduğunu söylerken kasdettiği şey iki rükün arasında verilen fasılaların uzatılmasıdır. Bir önceki rivayette de: “Peygamberimizin namazı kadar veciz ve tam (eksiksiz) hiç bir namaz görmediğini” söylemişti. Allahualem onun bu sözlerindeki vecizlik (kısalık) kıyam safhası ile ve tamamlık (eksiksizlik) rüku ve sücud safhaları ile ilgilidir. Çünkü kıyam safhası ancak tam (eksiksiz) olarak yapılabilir, başka türlüsü mümkün değildir. Bu yüzden tamamlıkla (eksiksiz olmakla) nitelendirilmesi anlamsız olur. Fakat rükû, secde ve rükünler arasında fasılalarda durum böyle değildir. Ayrıca kıyam safhası kısa, buna karşılık rüku ve secdeler uzun tutulunca namaz dengeli ve ölçülü olacağı için tam (eksiksiz) olur ve o zaman da Enes b. Malikin “Onun gibi kısa ve eksiksizini hiç görmedim” şeklindeki sözü anlam ve gerçeklik kazanmış olur. Enes b. Malik'in bu konu ile ilgili olarak rivayet ettiği hadislerin tümü Peygamber Efendimizin rükuu, secdeyi ve iki rükün arasında verilen fasılayı daha sonraki imamların çoğunluğundan daha uzun tuttuğunu gösteriyor. Bu konudaki diğer sağlam rivayetlerde ayni şeyi pekiştiriyor. Buharî ile Müslim'de belirtildiğine göre Sabit şöyle diyor: “Enes b. Malik'in -Peygamberimizin bize kıldırdığı namazın aynısını size tarif etmek için elimden geleni yapacağım- dediğini işitmiştim. Onun namaz kılarken yaptığını sizin yaptığınızı görmüyorum. O rükudan kalkınca dimdik ayakta dururdu. Öyle ki, görenler -Bu adam ne yapacağını unuttu- derlerdi. Secdeden başını kaldırdığı zaman da bize -Bu adam ne yapacağım unuttu- dedirtecek kadar otururdu. ” (Sahih El-Buhari, Kitab El-Ezan, îki Secde Arasında Eğlenme, Babı, h. No: 821, Feth El-Bari, c. 2, s. 301; Müslim, İkatb El-Salat, namazda tadil-i erkan ve hepsinde ölçülü davranma, babı, H. No: 472, c. 1, s. 344. Yukarda geçen sözcükler Müslim'de yer almaktadır. Buhari'nin hadisinde bazı sözcük değişiklikleri vardır.) Buharî'nin yine Sabit'e dayanarak belirttiğine göre “Enes b. Malik, çevresindekilere Peygamberimizin nasıl namaz kıldığını tarif ederdi. Namaz kılarken de rükudan başını kaldırınca bize -Bu adam ne yapacağını unuttu- dedirtecek kadar ayakta dururdu.” (S. El-Buhari, Kitab El-Ezan, Rükûden başı kaldırınca (vücudu) dik tutma babı, H. No: 800, Feth El-Bari, c. 2, s. 287.) Bu rivayetlerden açıkça anlaşılıyor ki, Peygamberimiz kıraat'ı (zamm-ı sure okumayı) kısa tutarak namazı kısaltırdı. (S. Müslim Kitab El-Salat, Namazda imamın kısa sûre okuması, babı, H. No: 470, c. 1, s. 342.) Gerçi bu tutum, kıraat safhası ile uyuşacak uzunlukta rükuu ve secdeyi de gerektirirdi. Bu yüzden Enes b. Malik “Onun namazı dengeli ve ölçülü idi” diyor, yani rükünleri arasında uzunluk ve kısalık bakımından ölçü ve uyum vardı. Enes gerçekten doğru söylüyor. Çünkü Peygamberimiz sabah namazının iki rekatlık farzında zamm-ı sûre olarak altmış ile yüz sayısı arasında değişen miktarda ayet okurdu. (S. El-Buhari, Kitab El-Ezan, Sabah Namazında Kuran okuma Babı, H. No: 771, Feth El-Bari, c. 2, s. 251; S. Müslim, H. No: 247, c. 1, s. 447.) Daha da açıklarsak bu iki rekâtta genellikle “Eliflâm Tenzil”, “Hel Eta”, “Saffat” ve “Kaf” gibi sureleri, bazan bunlardan biraz daha uzunlarını ve kimi zaman da daha kısalarını okurdu. (S. Müslim, Kitab El-Salat Hadisler No: 457-458, c. 1, s. 336-337, c. 2, s. 599, H. No: 879.) Hz. Ömer ise “Yunus”, “Hud” ve “Yusuf” surelerini okurdu. Herhalde kendisi arkasında namaz kılanların böylesini tercih ettiklerini biliyordu. Bildirildiğine göre sahabilerden Muaz b. Cebel, bir defasında yatsı namazını Peygamberimizin arkasında kıldıktan sonra Küba mescidine giderek orada Amr b. Avf oğullarına imam olup namaz kıldırdı. Kıldırdığı bu namazda zamm-ı sure olarak “Bakara” suresini okudu. Bunu haber alan Peygamberimiz yaptığına kızarak kendisine şu sözleri söyledi: “Ya Muaz, sen kargaşalık (fitne) mi çıkarmak istiyorsun? Halka imam olduğun zaman namazını kısa tut. Çünkü arkanda yaşlılar, güçsüzler Ve sıkışık durumu olanlar bulunabilir. “Sebbih isme Rabbikelalâ”, “Veşşemsi veduhaha” ve benzeri sureleri okuyamaz mıydın?” (Bu anlamıyla hadis Buhari-Müslim ve diğer kaynak hadis kitaplarında gelmektedir. Bkz. Buhari, Kitab Ezan, imamın namazda uzun sure okumasından yakınma babı, Feth El-Bari, c. 2, s. 200, H. No: 705, S. Müslim, Kitab, Yatsı namazında kıraat (okuma) Babı, H. No: 465, c. 1, s. 339.) Peygamberimizin burada Muaz'a ve dolayısıyla diğer namaz kıldıran imamlara emrettiği kısalık, kendisinin uyguladığı kısalık idi. Zira O, Enes'in dediği gibi: “En kısa ve eksiksiz şekilde namaz kılan kimse idi” ve ümmetine de: “Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız siz de öyle kılınız” buyurmuştu. (Buhari, Hadisi birden çok konuda tahriç etmektedir. Bkz. Kitab Ezan, Yolcular cemaatle Namaz Kıldıklarında Ezan Okumaları Babı, H. No: 631, Feth El-Bari, Burada “sallü” yerine “Ve sallü” geçiyor. Müsned-i Ahmed, c. 5, s. 53.) Şunu da belirtmemiz gerekir ki, cemaatın namazın uzatılmasını istedikleri durumlarda bundan daha uzun şekilde namaz kıldırmak yerinde bir harekettir. Nitekim Peygamberimizin akşam namazında “Tur” suresini okuduğu zamanlar olmuştur. (Bkz. Feth El-Bari, c. 2, s. 247; Cami El-Usul, c. 5, s. 344.) Buna karşılık bundan da kısa şekilde namaz kıldırmayı gerektirecek durumlarda imamın öyle yapması gerekir. Tıpkı Peygamberimizin çocukların ağladığı ve benzeri durumlarda yaptığı gibi. Açıkça anlaşılıyor ki, Enes'in naklettiği hadisler namazda rüku ve secdeleri çok kısa tutanlarla kıyam safhasını çok uzatanların tutumuna karşı olmayı içeriyor. Enes'in anlattığı ve diğer sahabilerin belirttiği nokta budur. Nitekim Müslim ile Ebu Davud'un, Abdurrahman b. Ebu Leylâ'ya dayanarak bildirdiklerine göre sahabilerden Bera b. Azib bu konuda şunları söylüyor: “Peygamberimizin (salât ve selâm üzerine olsun) nasıl namaz kıldığını uzun zaman gözetledim. Onun kıyamı'nın, rüküunun, rükudan sonra ayakta duruşunun, secdesinin, iki secde arasındaki oturuşunun ve selâmla namazdan ayrılma arasındaki oturuşunun birbiri ile uyumlu ve dengeli olduğunu gördüm.” (S. El-Buhari, Kitab El-Salat, Namazda tadili erken, babı, H. No: 471, c. 1, s. 343.) (Abdurrahman b. Ebi Leyla, El-Ensari El-Medeni, adındaki ravi ikinci kuşak tabiilerden ve güvenilir hadis hafızlarındandır. h. 86'da öldü. Takrib El-Tehzib, c. 1, s. 496, biy. 1094.) |